Bu makale ilk kez 15 Eylül tarihinde Avrupa Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Gelelim ikinci gruba. Bu grup da genel olarak milliyetçi, şoven sağ kesimlerin temsilcilerinden oluşuyor. Ama değişen koşullarda farklı durumların ortaya çıkabileceği, farklı çözüm önerilerinin söz konusu olabileceği gibi bir yaklaşımları var. Bu da onlara, genelde hiç hak etmedikleri, toplumsal dinamikleri daha fazla dikkate alan, bir görünüm kazandırıyor. Ancak değişen koşulları dikkate aldıkları palavradan başka bir şey değildir. Büyük bir yalandır. Bu kesim koşulların değiştiğini ve federal çözümün artik mümkün olmadığını iddia ederek buna alternatif olarak iki devletliliği önermektedir. Fakat koşulların ne yönde değiştiği ve federal çözümün neden mümkün olmadığına ilişkin elle tutulur, ciddiye alınabilecek bir açıklamaları yoktur. Bütün yaptıkları ‘Rum tarafı egemenliği bizimle paylaşmak istemiyor gibi bir mazeretin arkasına sığınmaktır ki bu mazeret de doğru ve geçerli bir mazeret değildir..
İki devletlilik aslında Taksim tezinin versiyonlarından biridir. Bilindiği gibi ‘Taksim’ tezinin 1956 yılında alternatif haritaları ile birlikte İngiliz hükümeti tarafından ortaya atıldığı belgelenmiştir (Makarios Druşotis, “Karanlık Yön EOKA” sayfa 187-191, Galeri Kültür Yayınları). Taksim ve bölme İngilizlerin uzman oldukları bir konudur. Kıbrıs’tan önce İrlanda (İrlanda Cumhuriyeti/K. İrlanda), Hint yarımadası (Hindistan/Pakistan/Bengladeş/Sri lanka), Ortadoğu (Filistin/İsrail/Ürdün/Irak ) vs. Buralarda gerek kendi içlerinde gerekse birbirleriyle kavgalar hiç durmadı!
O zamana kadar Türk tezi “ada eski sahiplerine verilsin” idi. Ama adanın eski sahibi, yani Osmanlı imparatorluğu tarih olmuştu! İngiliz emperyalizmi ve daha sonra ABD emperyalizminin de müdahil olması ile, Türkiye ve Yunanistan’ı Kıbrıs sorununun içine çekmek için ortaya atılan taksim tezi adanın iki NATO ülkesi arasında paylaşılmasını on görmesine rağmen, bu da aslında tamamen göstermelikti. NATO’nun dolayısıyla Anglo-Amerikan emperyalizminin asil hedefi, adanın NATO kontrolünde kalması ve İngiliz askeri üslerinin varlığını korumaktı.
Bu amaçla adada yaşayan iki büyük toplumu birbirine düşürerek, kalıcı bir siyasal sorun yarattılar. Bu yöntemle kendi askeri varlıklarını korudular. Hatta adanın Kuzey yarısını NATO’ya bağlı Türk ordusunun işgal ve istilası altına sokarak NATO’nun Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını iyice güçlendirdiler.
Yaratılan bu statüko Anglo Amerikan emperyalizminin çıkarlarına uygundur. Uygun olduğu surece de ‘Kıbrıs Sorunu’ için çözümdür. Kıbrıs Türk sağının kaşarlanmış temsilcilerinden Derviş Eroğlu’nun ‘Çözümsüzlük Çözümdür” demesi boşuna değildi! Bu ‘çözüm’ Kıbrıs Türk Toplumunu uluslararası toplumdan, uluslararası hukuktan kopardığı için Kıbrıs halkına yaşatılan mağduriyetlerden en fazla zarar gören kesim Kıbrıs Türk Toplumu olmuştur.
Gelinen aşamada Kıbrıs sorununda Kıbrıs Türk toplumu açısından öne çıkan nokta Kıbrıs Türk toplumunu uluslararası hukuka dahil etme sorunudur. Ancak uluslararası dengeler buna izin vermemektedir. Dünyadaki hiçbir büyük güç yüz bin kişilik bir topluma ayrı devlet olma hakki tanımak istemiyor. Kuzey Kıbrıs’ın ayrı devlet olmasını Türkiye de istemiyor. Çünkü bu durumda bile adadaki askerlerini geri çekmek, işgale son vermek zorunda kalacaktır. NATO ve ABD de Türk ordusunun Kıbrıs’ta kendilerine sunduğu misyonunun bitmesini henüz istemiyor. Bu nedenle onlar da Türk ordusunun adadan çekilmesine karşıdırlar. Bu durum Türkiye’nin de işine geliyor. Çünkü koşullar elverdiği zaman, fırsatını bulur bulmaz Kıbrıs’ın en azından Kuzey yarısını ilhak etmek niyetindedir. Türkiye için “Kıbrıs’ı İstirdat Projesi” hala geçerlidir.