CTP’nin tavrı ve yıllar sonra parti olarak net bir duruş ortaya koyabilmeleri elbette toplumsal mücadele açısından önemlidir.
Sorumlu davranarak bunu açıkça ortaya koyabilmemiz kadar bir başka nokta daha önemlidir ki o da CTP’nin çelişkileridir.
Düne kadar Türkiye’ye sesini yükselteni “kavgacı” nitelemesi yaparak “popülist” olarak niteleyen kendileriydi.
Türkiye’nin son CB seçimlerine açık ve aleni müdahalesini görmezden gelen, direk tepki vermek yerine “irade buradadır” gibi dolaylı ve içi boş söylemleri kullanan da kendileriydi.
Türkiye ile kutuplaşmamak gerektiğini, sorunları sanki eşitler ilişkisi varmış gibi diyalog yoluyla çözmek gerektiğini iddia edenler de kendileriydi.
İlhak diye bir gündemin olmadığı, bunu Akıncı’nın oy için dillendirdiğini iddia edenler de kendileriydi.
Peki şimdi ne oldu?
Çok kısa zamanda bütün bu iddiaları ters düz oldu. Oldu ki bugün bütün bu söylemlere ters bir duruş içerisine girdiler, iyi ki de girdiler elbette.
Fakat bizler ahmak mıyız?
Hafızamız yok mu?
Aklımız manipüle edilip, dünü ve bugünü karşılaştıramayacak kadar eksik mi?
Elbette değil.
Samimiyet özeleştiri ile şekillenir.
Geçmişte yaşananlar özeleştirin boş bir beklenti olduğunu bizlere defalarca kendini gösterdi.
Üstelik eleştirmeye kalktığında da Hitler’in fırınlarına atılmadığımız eksik kaldı.
Türlü ötekileştirme, hedef gösterme, aracılarla baskı ve susturma çabası da cabası.
Tüm bunlara rağmen sorumlu davranalım ve samimiyetsiz bulsak da ortaya koydukları son duruşun, devam edeceğine inanmasam da, başta da yazdığım gibi toplumsal mücadele açısından önemli olduğunu not etmekten geri durmayalım.
Korkarak, hiçbir şey söylemeden bir şey söylermiş gibi yapıp herkese yaranmaya çalışarak siyaset yapar gibi görünmenin bu topluma ve mücadeleye en büyük zararı verdiğini, 2004’ten bugüne geldiğimiz nokta adeta haykırmaktadır.
Türkiye ile hiçbir çıkarı ortak olmayan toplumun, işgal, baskı, müdahale ile başa çıkabilmesinin tek yolu Ankara ile kutuplaşmaktır.
Korkmamaktadır.
Dünya öyle istiyor, BM öyle istiyor ya da güya bir Türk tezi olduğu icin değil, federal çözümün tek çıkış yolu olduğunu, bütün dünya hemfikir olsa dahi iki devletli çözüm zirvasına her koşulda karşı olduğumuzu açıkça söyleyebilmektir.
Başka da bir yolumuz yoktur.
Vardır deyen her görüş yaşananlarla ya da yaşanacaklarla kendiliğinden çürüyecektir.