Bugün 6 Temmuz tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 2019/159 sayılı karar Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası başkanı Murat Çetinkaya, Devlet Başkanı Erdoğan tarafından görevinden alındı.
Erdoğan’ın uzun zamandır merkez bankasının faiz kararlarına dair hoşnutsuz olduğu bilinen bir gerçek. Erdoğan uzun süre “faiz lobisi” referansıyla bir düşman imajı yaratırken bir taraftan İslami ideolojik tutumu ile faizi haram olarak görmekte; diğer taraftan ülkesinin yapısal sorunlarını gidermemesinden dolayı oluşan yüksek riskinin maliyetini yüksek faize karşı sürdürdüğü algı operasyonu ile kazanmaya çalışıyor
Erdoğan’nın tutumuna karşı, Murat Çetinkaya bu süreçte faiz artışı yapmış; ayrıca faizlerin azaltılmasına yönelik talepleri oyalamaya çalışmıştır.
İşin ilginç yanı, Amerikan Merkez Bankası FED ve Avrupa Merkez Bankası’nın yakın zamanda faiz indirimine gideceğinin beklendiği bu günlerde, Türkiye göreceli yüksek faizi ile çekim merkezi olma gücüne sahip. Göreceli faiz indirimi gerçekleşirse, Merkez Bankası’nın yüksek döviz akış yönünü Türkiye’ye döndürebilir. Bu doğal olarak dövizin ateşini söndürmeye yardımcı olurken, kısa dönemli piyasada dengeleyici olabilir.
Ancak, faizlerin ABD ve AB ile eş derece hızla düşürülmesi Türkiye’nin spekülatif yatırımlara olan talebinin yüksek olmadığı sonucu çıkacak.
Tam bu süreçten önce merkez bankası başkanının değişmesi doğal olarak merkez bankasının bağımsızlığına yönelik tartışmaları daha da alevlendirebilir. Aynı şekilde merkez bankasının kredibilite kaybetmesi, yabancı yatırımcılar kadar Standard & Poors, Fitch gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye raporlarında olumsuz referanslara neden olurken, kredi notunun indirilmesi veya görünümün kötüleşmesi gibi bir dizi etkisi olabilir.
1 hafta sonra S400 savunma sistemlerinin kurulmasından dolayı Amerikan Senatosu ve AB’nin aldığı öneri kararları doğrultusunda Türkiye’nin bölge dinamiklerini değiştirme niyeti de ekonomik ve politik belli kısıtlamaları gündeme getirecek.
Türkiye bir taraftan “göçmen” krizinin kendi ülkesinde iç kutuplaşmalara sebep olduğunu deneyimlerken, Libya – Suriye hattında günah keçisi ilan edilmek üzere. Tüm bunların yanında bir de finans ve ekonomi yönünde de olumsuz imajına etki yaratacak adımlar atması (veya Erdoğan taraftarlarına göre ekonomik bir savaşa hazırlık yapılması) Türkiye ekonomisinde kırılganlıkla ilgili tartışmaların derinleşmesi sonucunu ortaya çıkarıyor.
Merkez bankasında atılan bu adımın ülke kredibilitesine vereceği zarar, jeopolitik riskler doğal olarak Türkiye’de yatırım ortamının daha yüksek riskli olacağını gösterecek. Bunun anlamı da aslında Erdoğan kısa dönemde faizi kontrol almaya niyetlenirken, uzun dönemde Türkiye ekonomisinde faizleri arttırmak zorunda kalacağı ihtimalini ortaya çıkarıyor.
Görünen o ki Türkiye’de seçimlerden sonra taşlar yerine oturur yapısal reformlar başlar beklentisi de boşa çıkacak. Yerel seçimlerden sonra popülaritesini kaybeden AKP’nin parçalanarak yeni partileri ortaya çıkaracağı gündemde. Tüm bunlar artık Erdoğan’ın sadece FETÖ, Kürtler ve Kemalistlere yönelik kavgasına artık eski AKP fraksiyonları da eklenecek.
Bu aşamalar Erdoğan’ın kendi ülkesinde kendine risk oluşturan sermaye, siyasi ve bürokratik tüm kesimlerle mücadelesinin devam edeceğini gösteriyor.
Tüm bunlarıın yeni gerilimler yaratacağı bir kenara; tüm bunlar olurken Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan yoksul ve ihtiyaçlı kesimlere yönelik hedeflenmiş politikaların uygulanmasının da son derece zor olacağını söyleyebiliriz.
İstanbul seçimi sonrası Türkiye, siyasi ve ekonomik olarak daha kutuplaşmış bir coğrafya evrilecek. Bu süreçte merkez bankası başkanının değiştirmek herhangi bir karar olarak anlaşılabilir ancak sebep olacağı etkinin çok daha büyük olacağı değerlendirilmesi gerekiyor.
Ve tabi ki Pazartesi günü piyasalardaki oynaklık yoğun olacak. Onun sonuçları önümüzdeki süreci de gösterecek.