Bugüne dair, yapılan somut bir hataya yönelik eleştirilere verilecek elle tutulur bir yanıt olmadığında geçmişe sığınmak bu topraklarda çok sık rastlanan bir şey.
Bugüne dair her bir şey söylediğinizde “ama geçmişimizde…, ama tarihimizde…, biz, biz biz!” temelli cevaplara sığınılır.
Çünkü sözle pratiğin çelişmesi yaman bir çelişkidir ve içinde bulunduğumuz bataklığın da esaslarındandır.
***
CTP’nin yayın organı Yenidüzen gazetesi Genel Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni Cenk Mutluyakalı, “Mesleki onur kaç paraya satılıktır?” başlıklı değerlendirmemize, “Mesleki onur ve onca yılın kavgası” başlıklı bir yazıyla cevap verdi.
Yazısının en başına da “GazeddaKıbrıs’a dair bir son yazıdır bu” uyarısını eklemeyi uygun görmüş. Neden böyle bir uyarıya ihtiyaç duyduğunu, bu uyarıyla ne demek istediğini net olarak anlamasam da, herhalde “küstüm, daha da oynamam” minvalinde bir tepki değildir diye düşünüyorum.
***
“Mesleki onur kaç paraya satılıktır?” sorusunu soran bizlerin kim olduğumuzu bilmediğini yazmış ve “gazetecilik mesleğiyle kaç gün ya da kaç ay yaşamayı denemiş acaba” diye de sorarak, nedense bizlerin gazeteci olmadığımıza vurgu yapma ihtiyacı hissetmiş. Üstelik bunu sevgili Cenk Mutluyakalı’dan, gazeteciliği teoriden değil, pratikten öğrenen bir gazeteciden duyuyoruz!
Ardından da o kim olduğunu bilmediklerinin arasından üç isim seçerek, açık isimlerimizi yayınlamış! Madem ki bizlerin kim olduğumuzu bilmiyor, gazetecilik mesleğiyle kaç gün ya da kaç ay yaşadığımızı ve/veya gazeteci olup olmadığımızı, hepimizin gazetecilik faaliyeti dışında gelir elde ettiğimizi ya da isimlerimizi nasıl biliyor ki? Yani yazı daha ilk cümlelerinden çelişkilerle başlıyor.
Demek ki herkes gibi, Gazedda’nın künyesinde açık ve sarih bir şekilde yazdığı gibi, bizlerin kim olduğunu, söz konusu yorumun kimler tarafından hazırlandığını çok iyi biliyor ama sözüyle pratiğindeki çelişki de aynen bizlerin kim olduğu gibi açık ve sarih olduğundan konuyu başka yönlere çekme gayreti içine girişme ihtiyaci hissetmiş.
***
Gazedda olarak 2012’den bugüne “başka bir medya mümkün” inancı ve arzusuyla ilerledik. Geleneksel gazetecilik anlayışını, patron gazeteciliğini, gazeteciler ile cebi paralıların ilişkilerini hep reddettik. Yoksa o “kurumsal” dediğiniz modeli bizler de kolaylıkla hayata geçirebilir, farklı çevrelerle reklam ilişkisine girebilir, 3 değil, 13 kişiye yaşayamayacakları miktarları güya maaş olarak verip, hem barış gazeteciliği , hem de gerek 20 Temmuz’a “Barış ve Özgürlük Bayramı” diyerek, gerek politik olarak eleştirdiğimiz Erdoğan’ın ilanlarını yayınlayarak, gerekse bir propoganda dizisine basit bir dizi muamelesi çekebilirdik. Zaten Gazedda Kolektifi olarak “gazetecilik faaliyeti dışında bir gelire sahibiz” ya, hiçbir gailemiz de olmazdı!
İşin en kolayı budur ve bunu yapmak için ne gazeteci olmanıza gerek vardır, ne de bir gailenizin olmasına. Etrafımız örnekleriyle dolu “gazeteler” ve online yayınlarla sarılıdır.
Kolayı seçen, kısa günün kârı anlayışıyla gazeteciliğin esasını kirleten tam da bu anlayıştır. Buyurunuz ilkelerinizle, sözünüzle pratiğinizin çelişmediği yayınlar yapın da zoru ve kolayı sonrasında konuşuruz.
Öyle sloganlarla, her eleştirene düşman muamelesi çekerek, sürekli geçmişe sığınıp, sizi her eleştirene konuyu saptırarak parmak sallayıp ego patlamalarıyla “biz, biz, biz” diye feveranlar etmek bir şeye fayda sağlamıyor. Aksine çelişkilere çelişkiler ekliyor, samimiyeti tamamen ortadan kaldırıyor.
***
İlle de geçmişe gideceksek, biz de gidebiliriz.
Yenidüzen’in gazeteyi harmanlatacak parasının dahi olmadığı zamanlarda gece yarılarına kadar verdiğimiz emeği mi hatırlatalım, üniversitenin kafelerinde gazeteyi okutmak için yaptıklarımızı mı, yoksa yıllarca maddi katkı için elimizden geldiği kadar verdiklerimizi mi?
Tüm bunları yaptık diye bugün Yenidüzen’i eleştirmekten geri durabilir miyiz?
Yenidüzen’in faşizme karşı mücadelede, adamızın yeniden birleşmesi, barış, emek ve hak mücadelesinde tarihi bir yere sahip olması ona ne gibi bir ayrıcalık ya da dokunulmazlık kazandırabilir ki?
Geçmiş, bugün yaptıklarımızı örtebilir mi?
Örtmez, örtemez.
Rumi der ki;
“Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait…”
Bugüne gözlerimizi kapatıp, eskiyle avunmak, üstüne üstlük dünle çelişen bugünümüzü, dünden cevaplarla kurtarmaya çalışmaktır bence samimiyetsizlik!
***
Gazetecilik ağlama duvarı değildir.
Sürekli ekonomik ihtiyaçlar bahanesiyle her yapılan hatayı masumlaştırmak artık bir alışkanlık oldu. Yıllar önce Erdoğan ilanını yayınlarken de, bugün Erdoğan’ın propoganda dizisinin ilanını yayınlarken de, daha sonra yapacaklarınızda da sürekli aynı gerekçeler oldu/olacak, biliyoruz.
Erdoğan ilanı için “bu gazetenin paraya ihtiyacı var” denilmişti. Şimdi yine aynı bahane.
Bu ülkenin tüm bu çelişkilerden dolayı batağa saplandığını ne zaman göreceksiniz?
Attığınız sloganlarla pratiğinizin çelişmesinden ne zaman rahatsız olacaksınız?
Ne zaman başınızı kaldırıp dünyaya, gazetelere, reklam ilişkilerine, ekonomik kaynak alternatiflerine bakacaksınız?
Sistemin içinde değil, sistemin dışında kalarak, direnerek ve ilkesel davranarak var olabilmenin mümkün olduğunu, aktivist gazeteciliğin, sosyal medyanın ve genelde dijital çağın gereklerini ne zaman idrak edip, gelenekseli dayatma adına çamura batmaktan vazgeçeceksiniz?
“Paracıklar gelsin da biz yine eleştiririz” sizler için samimiyetse eğer, biz bu samimiyette yer almayacak, sizleri de eleştirmeye devam edeceğiz.
Utanmanıza gerek yok, bizim sizin gibi birilerini utandırma ya da birilerinin utanmasından haz duyma gibi bir beklentimiz de yok.
Sadece ve sadece sözünüzle pratiğiniz arasındaki çelişkiler dağını görmeye çalışın, o da yeter.