Albert Memmi metropolde tutunamayanların sömürge ülkelerine geldiğini bu insanların vasat olduğunu, sömürge ülkelerinde ise bu vasatların hayatlarında elde edemeyecekleri “statü”lere kavuştuğunu ifade eder. Bundan dolayı da içinde bulundukları toplumsal ve sömürü koşullarının devamlılığını sağlamak için ellerinden geleni yaptıklarının altını çizer.
Bu tarz vasatlar sömürgede iktidara yakın durduklarından ellerinde büyük bir “güç” bulundururlar. Zaroğlu’nun trafik polisleriyle girdiği güç ilişkisi ile Pehlivan’ın taksiciyle girdiği güç ilişkisi aynı motivasyonlardan beslenir. Sömürgeci sömürdüğü ülkede kendisini “Allah” zanneder.
Polisleri görevinden almakla, taksiciyi de “T” iznini almakla tehdit eder. Burası bir hukuk devleti öyle değil mi? Burasının bir hukuk devleti olmadığını, burasının bir sömürge olduğunu bu efendiler çok iyi bilir. Burasını Türkiye Cumhuriyeti’nin yönettiğini de çok iyi bilirler. Bütün varlıklarını buna dayandırırlar çünkü. Bu cüret buradan gelir. Bu vasatlar hadsizdir. Sokakta yürürken buraları ben yarattım gibi yürür. TC burada olmasa kendi ülkelerinde rüyalarında bile bu “statü”lere ulaşamayacaklarının farkındadırlar.
Sakın bunlar bu cüreti Tatar’dan Üstel’den alıyor diye düşünmeyin. İktidardan alıyorlar. Peki iktidar kimdir sömürgede? İktidar kapısına bile dokunamadığınız, kapısına dokunmanın bile ağır bedelleri olduğu yerdir. Onun adı Vali Konağıdır! Pehlivan kimdir? Ne iş yapar? Bir arabanın önünü kesme cesaretini nereden bulur? Dün öğrenci olarak gelen biri nasıl olur da bu kadar güçlü bir pozisyona erişir. Alt yönetimde yerleşikleri tehdit eden, onları bu adadan sürmekle tehdit eden, işiyle tehdit eden yine bir yerleşiktir.
Biz bunu 1984 yılında Yeniden Doğuş Partisi’nin kurulma sürecinde de gördük. Vali İnal Batu itaat etmeyen yerleşikleri gemilere bindirip evlerine gönderecekti. 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de gördük. Karpaz’da emirlere itaat etmeyen, Tatar’a oy vermeyen aileler yine MİT tarafından gemilere bindirilp gönderilmekle tehdit edildiler.
İktidarın kim olduğunun adını yüksek sesle söyleyebildiğimiz zaman, kamusal alanlarda cemaat olarak bunu tartışabildiğimiz zaman Kıbrıslı Türk toplumu kendiyle hesaplaşmaya başlayacaktır.