Son iki ay boyunca gezegeni ve ekosistemi; yani kısacası canlı varlığın doğrudan etkileyen bazı önemli gelişmeler yaşandı.
Avrupa’yı iklim değişikliği kaynaklı sıcak hava dalgaları vurdu. Pek çok kent tarihinde sıcaklıkların ölçüldüğü zamandan bu güne kadar olan süre zarfında hiç yaşanmayan sıcaklıklar gördü, rekorlar kırıldı. Sıcaklıklara bağlı olarak gerek Avrupa genelinde gerekse de uzak ülkelerde ölümler meydana geldi.
Antartika’da olağan üstü sıcaklıklar yaşandı. Dünyanın en kuzeyindeki yerleşim yeri Alert’te gündüz sıcaklığı 20, gece sıcaklığı 15 derece ölçüldü. Kanadalı meteorologlar, “Bu net bir rekor, bunu daha önce hiç görmemiştik” dedi. Antartika sınırlarında sıcaklık 25 dereceye kadar dayandı. Bu ilk kez yaşandı.
Yapılan yeni bir araştırmalara göre 20. yy’ın son döneminde sıcakların son 2 bin yılda görülmemiş bir hızla yükseldiği kaydedildi. Bundan daha da çarpıcı olanı, bu sıcaklık artışının yerel veya bölgesel değil, küresel olduğu yönünde.
Daha bitmedi, İsviçre merkezli İç Göç İzleme Merkezi (IDCM) yayımladığı rapora göre sadece 2018 yılında 144 ülkeden tam 17.2 milyon insan, doğal felaketler sebebiyle göç etmek zorunda kaldı. 2008-2018 yılları arasında ise bu sayının 265 milyonu bulduğu belirtti. Bu duruma aslında ‘iklim mültecisi’ deniliyor. Hepimizin potansiyel ilklim mültecisi olduğumuz bir dönemden geçmekteyiz.
Bunları çoğaltabiliriz. Artık neredeyse her gün dünyanın herhangi bir coğrafyasında iklim değişikliğinden kaynaklı aşırı hava olayları ve beraberinde gelen felaketler yaşanıyor. Aslında esas felaket iklim değişikliğinin kendisi ve buna sebep olan insan faaliyetleri.
Dahası da var… Tüm bu kötülüklere rağmen dünyanın çeşitli ülkelerinden başını gençlerin çektiği bir iklim hareketi gelişti. Greta’yı artık hepimiz biliyoruz. Sebat ve bilgin bir insan sabrıya dünyayı geziyor, artık harekete geçmeliyiz diyor, fosil yakıtlardan vazgeçmeliyiz diyor.
Son yayınlanan İPCC raporunda fosil yakıtların kullanımı 2030’a kadar ilk etapta yarı yarıya azaltmalıyız aksi taktirde küresel ısınmanın eşik noktası olan 1.5 derecelik ısı artışını aşmış olacağız uyarısında bulunuyor.
“IPCC’nin (Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli) hesabına göre sadece 11 yıl sonra bugünkünün yarısı kadar karbon emisyonu yapıyor hale gelmiş olmamız lazım. 30 yıl içerisinde ise bu oran sıfırlanmalı. Yani sıfır karbon, sıfır fosil!
Eğer bunlar yapılmazsa gezegeni kurtarmanın başka bir yolu kalmayacak. Bunlar abartılı veya kıyamet senaryosu gibi gelebilir. Bilim insanlarının 1980’lerden beri yaptıkları araştırmaların ve sonuçları doğrulanan bilimsel öngörülerinin sonucu.
Fakat biz burada bu sıkışıp kaldığımız ve dünyanın kendi merkezimizde döndüğünü sandığımız coğrafyada, ne yapıyoruz?
Son ayların en ‘sıcak’ kavgası, Akdeniz açıklarındaki fosil yakıtlara kim sahip olacak, nasıl sahip olacak kavgası…
Hidrokarbon dediğimiz şey ne? Fosil yakıt! Yani bugüne dek küresel ısınmaya başlıca neden olan sera gazlarından, iklim değişikliğini tetikleyen yakıtlardan.
Tüm dünyada fosil yakıtlardan vazgeçilmesine dair kamuoyu ve siyasi iradeler ortaya çıkarken, biz burada dünyanın ve canlı yaşamının sonunu getirecek gazlar için kavgaya tutuşuyoruz…
Sağ ve milliyetçi cepheye bir diyecek bir şey yok. Onlar zaten her daim hakikatin inkarı ve içi boş milliyetçi havadan beslendiler. Son aylarda yaşananlar da bunun göstergesi.
Fakat kendisine sol diyen, çevre duyarlılığını dilinden düşürmeyen kesimlerinde bu çirki, pis ve kahredici paylaşım kavgasında ta en başından beri yer almaları anlaşılır gibi değildir.
Sağ cenah ‘hidrokarbonlarda bizim de hakkımız var, biz de çıkartacağız” derken, ‘sol’ cenah ‘hidrokarbonlarda bizim de hakkımız var, fakat çözümden sonra Rumlarla paylaşacağız” diyor.
İkisi de aslında aynı noktada buluşuyor. İki görüşün de ne gezegene ne de Ada barışına artık bir faydası yok! Çünkü iklimi ve gezegeni yok ederek, ekolojiyi tahrip ederek, iklim değişikliğine neden olan fosil yakıtları böyle arsızca arzu ederek ne barış kurabilirsiniz, ne de doğayla barışabilirsiniz!
Solun farklı kesimlerinin bu kirli ve tüm yollarının çıkamaz bir sokağa bağlandığı paylaşım kavgasında resmi politikaların ve yıllardır ezberlenen kalıpların dışına çıkamadı.
Solun iklim politikası olmamasını, bu yönde hassasiyetlerinin gelişmemesini, resmi ideolojinin çizdiği sınırlarda hapsolmasını bir yana bıraktım.
Ada çevresindeki fosil yakıtların paylaşımı kavgasında solun farklı kesimlerinin “biz fosil yakıt istemiyoruz. Bu doğaya da, iklime de, Kıbrıs’ta barışa da faydası değil zararı olacak bir meseledir” diyememesi, dünyadaki gelişmelerden, sol politikanın evriminden ve yaşam hakkını savunmaktan ne kadar uzak olduklarını göstermekte.
Küresel ısınmanın başlıca sebeblerinden ve sadece 11 yıl içinde yarı yarıya azaltılması gereken fosil yakıtlar için “biz de çıkartacağız, haklarımız var” demek ne demek? “Dünya umrumda değil, ben kendi küçük stratejik çıkarlarım için, gezegeni mahvedebilirim” demek.
Ve solun da bunun bir parçası olması… Bundan böyle kendisine çevreci diyen, ekoloji haklarını savunduğunu iddia eden fakat fosil yakıtların da paylaşılmasından yana tavır alan hiçbir birey ve siyasi yapının sözüne itibar dahi etmeyecem. Siz de etmeyin.
Çünkü bir yandan gezegeni yok ederken, diğer yandan gezegeni kurtaramazsınız… Bu sizi en iyi tabirle yalancı yapar. Yalancı çevreciler, stratejik çıkarlarla uğraşmaya devam etsin…
Söyleyecek başka bir sözüm yok. Uzun süredir merkez partilerinden radikallerine kadar sol iddiasındaki kesimleri izliyorum. “Çözümden sonra paylaşacağız” dediğiniz fosil yakıtların kör kuyularında boğulun!