Derinya sınırının karşılıklı geçişlere açılması, kim ne derse desin, sivil toplumun zaferidir. Başta Mağusa İnisiyatifi olmak üzere, sivil toplum örgütlerinin yıllardır verdiği mücadelenin bir sonucudur.
Bu mücadele azimli bir biçimde hız kesmeden sürmeseydi ve sivil toplum özellikle son dönemde siyaset üzerinde bu denli baskı kurmasaydı, Derinya kapısı açılmazdı, açılamazdı. Dolayısıyla Derinya, yeni bir geçiş noktasının açılmış olmasından öteye, sivil hareketin elinin ulaşabileceği yerleri bize gösteriyor olması açısından da ayrıca önemlidir. Çünkü siyasi iradenin atmadığı adımların, sivil iradenin gücüyle atılabilir hale gelebiliyor oluşu, geleceğe ilişkin güçlü bir umut ışığıdır.
‘Atamadığı’ demiyorum, ‘atmadığı’ kelimesini burada bilinçli bir biçimde kullanıyorum. Çünkü her basiretsizliği, her başarısızlığı, kendinden daha güçlü bir iradenin varlığına bağlayıp işin içinden sıyrılma kolaycılığına iyice alışan bir siyasi irademiz var.
‘Yapmak istemiyorum’ demekle, ‘yapmak istiyorum ama yapamıyorum’ demek arasında, önemli bir fark olduğunu düşünenlerdenim.
Kendine ‘sol’ diyen ve doğası gereği, ‘sosyalist’ düşüncenin gereklerini yerine getirme gayesiyle siyaset yapan/yapması gereken politik kişilik veya örgütlenmelerin, toplumun onlardan beklediği açılımları gerçekleştirememiş olmalarını, ‘gelen aynı giden aynı’ yaklaşımıyla eleştirenleri eleştirmişliğim de çoktur.
Ancak artık, bu ‘yapmak istiyorum ama yapamıyorum’ kısmıyla ilgili ciddi soru işaretlerim var ne yazık ki.
Çünkü eğer yapmak istiyor ama buna rağmen yapamıyorsanız, ne yapmak isterken, neden ve kimler tarafından engellendiğinizi dürüstçe toplumla paylaşma sorumluluğunuz da vardır.
Engelleniyorsanız, birileri siyasi birtakım kararları almanızın önüne engel koyuyorsa, şeffaf bir biçimde bunu topluma söyleme yükümlülüğünüz vardır.
Çünkü sizler bu toplumdan, birtakım vaatler ışığında oy istediniz.
Bu toplum da size, vaatlerinizi yerine getireceğiniz güveni ışığında oy verdi.
Kıbrıs’taki ‘irade sorunu’, bugünün sorunu değildir.
Siz iktidara talip olurken de vardı, öyle değil mi?
Siz de hatta tam da bu sebeple, bu iradeyi yeniden ele geçirme, davulun meşhur tokmağını elinize alma vaadiyle iktidar koltuğuna oturdunuz, öyle değil mi?
O halde bir vatandaşınız olarak benim ve benim gibi binlercesinin, sizden birtakım cevaplar beklediğini, biliyor olmanız gerekir.
Oysa sizler, seçmeninizden bir borç olarak aldığınız iktidarı, bu borcu ödemeye çalışmak için değil, mazeret üretmek ve dolayısıyla sistemin olduğu gibi devamına hizmet etmek için kullanıyorsunuz.
Bununla da kalmayıp, hesap verme mecrasını salt sandık olarak görüp (ki sandık sonuçlarından ders çıkarma yetinizi de hırslarınıza teslim ettiğinizden, o da bir işe yaramıyor artık), iktidar sürenizce başta gazeteciler olmak üzere size görevlerinizi hatırlatan tüm kesimlere kulak tıkayıp, üç maymunu oynamayı tercih ediyorsunuz.
Gazete köşeleri, televizyon ekranları, cevapsız kalan sorularla dolu.
Elinizi vicdanınıza koyup, insanların karşısına çıkıp, onlara borçlu olduğunuz açıklamaları yapmayı bile çok gören bir sarhoşluk halindesiniz.
Bu nedenledir ki sokaktaki insan artık size güvenmiyor.
Bu nedenledir ki sokaktaki insan artık ne çocukları için ne de ülkesi için bir gelecek hayal edebiliyor.
Kıbrıs’ın kuzeyinde iktidar olmak hiç de zor değil.
Bir dönem biriniz, diğer dönem ötekiniz…
Şimdi olmadı, en geç 3-4 sene sonra yine iktidardasınız.
Muhalefette olduğunuz sürece ‘şahbazlanır’, sonra gene kaldığınız yerden, kör ve sağır bir iradeyle yürümeye devam edersiniz.
Siz bu yolculuğunuza emin adımlarla devam ederken de, insanlar her gün biraz daha umut tüketir, her gün biraz daha yalnızlaşır ve yabancılaşır.
İşte Derinya, tam da bu resmin içinde yeniden yeşeren bir umuttur.
Bir geçiş noktası olarak Mağusa’ya yapacağı katkı değildir ama tek ve esas umut, esas umut; siyasi iradenin tüm dünden teslim olmuşluğuna rağmen, bazı şeylerin başarılabileceğini bizlere bir kez daha hatırlatmasıdır.
Bir gün bu ülkeye barış gelecekse, bunu yapacak olan da yine sokaktaki insanlardır.