Mevcut UBP-HP hükümeti çeşitli önlemleri doğru yada yanlış olarak almaya denemekte, ancak her ne yaparsa yapsın aldığı önlemlerin yeterli olmayacağı genel kanı olarak anlaşılmaktadır.
Şu an hükümetin sunabildiği önerilerin reel sektör bacağında cüzi mali yardım, belli ödemelerin ötelenmesi ve görece uygun fiyata kredi desteği şeklindedir.
Borçlandırarak yapılandırma çaresiz bir seçenektir. Çünkü borçlandırmanın, geri ödeme tarihi olan zamanda (6 ay sonra) ödeme süreçleri piyasayı yeniden daraltacaktır. Dahası, bahse konu borçların ödenip ödenemeyeceği bir muammadır. Bu anlamda alınan tedbirlerin, sosyal maliyetlerinin ilerleyen dönemlerde artması olası bir durumdur. Bu da aslında ikinci dalga daralmanın tarihini 6 ay sonraya aldığımızı göstermektedir.
Gün geçtikçe, kktc’nin korona tehdidinden dolayı “batacak” noktaya geleceği gerçeğini kabul etmek zorundayız.
Ekonomik olarak sürdürülemez olan kuzey Kıbrıs idaresi, yaşanan bu ekonomik çöküşü kaldırması için dile getirilen formül “muhalefetsiz” bir çok partili hükümet ile durumu kotarmayı çıkış yolu olarak görmektedir.
Çok partili seçim hükümeti “elini taşın altına koyma” girişimi olarak ifade edilmektedir. Velev ki, muhalefetsiz bir kriz hükümeti kuruldu ve acı tedbirler alarak geminin batmasını geciktirildi. Bu senaryoda da, batışı engellemek için “likiditeye” yani nakit desteğine ihtiyaç vardır. Özellikle küçük işletmelere verilen kredi desteğinin ödeme tarihinin önümüzdeki ekim ayında başlayacağı, turizm gelirleri gelmediğinden dolayı piyasa nakite sıkışacağı dönemde, kktc’nin kendi araçları ile likidite yaratması oldukça zor bir durum olacaktır.
Bu bağlamda, tüm siyasi partilerin alınan acı verici tedbirlerin mesuliyetini alarak ekonomiyi kurtacağı savı gerçekleşmekten uzaktır. Nedeni ise basittir. Bir tarafta düşen toplam arz, diğer tarafta para yaratma kapasitesinden yoksun ekonomik paradigma maalesef etkin bir çıkış önerememektedir.
Batıkların artması ile borçların ödenmesi sosyal maliyete dönüşerek yeni bir sarmal ekim ayında başlayacaktır.
Çıkış için tek yapılabilecek olan pazarlık payı azalan kktc denen siyasi yapılanmanın, Türkiye Cumhuriyeti’nden mali destek talebinde bulunmasıdır. Bu, siyasi partilerin tümünün birleşerek, tek yetkiyi Erdoğan’a devretmesi anlamına gelmektedir.
Kıbrıs’ın kuzeyinde siyasi iradenin yok olması, siyasi özne olma halinin geldiği durum budur. Bizleri yönetme iddiasında olanların sunabileceği en güçlü çözüm budur.
Bu durumda, her borç veren – alan ilişkisinde görüldüğü gibi, veren alana mes’uliyetler ortaya koyacaktır. Pazarlık payınızın bu kadar düşük, durumunuzun acınası olduğu hallerde ise ulusal akrabalık ilişkimiz beş para etmeyecektir.
Türkiye sağlayacağı maddi yardımları, uzun dönemli kazanca dönüşmesi için gelir garantili belli başlı sektörlerin “özelleştirilmesi” şartını teminat olarak istemesi beklenmektedir. Bu KIBTEK ile başlayacak olan ve kamu elindeki varlıkların birçoğunun teminat olarak verilmesini zorunlu kılacaktır.
Bu durumda “sorumluluk” gereği, kriz hükümetine dahil olacak tüm siyasi partilerin bu teminatları kabul ederken, pazarlık payları olmadan sunulan önerileri kabul etmeleri ile sonuçlanacak bir senaryonun bizi beklediği savını güçlendirmektedir.
Birileri çıkıp, biz dersimize iyi çalışacağız diyebilir. Ancak kapalı kapıların ardında kimin ne dersi verdiğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Hali hazırda, ekonomik dar boğaz yaşayan büyük ekonomilerde dahi piyasanın yeniden normalde dönme için ihtiyaç olan süreyi 18 ile 24 arasında olarak öngörmektedir.
Kıbrıs’ın kuzeyi ise bunu önlemlerinde 3 ay, kredilerde ise 6 ay olarak öngörmektedir.
6 ay ekonomik toparlama için yetersiz bir süreçtir. Bu anlamda 6 ay sonra daha da derinleşecek bir kriz beklentisi içinde olmak gerekmektedir.
Bu durumda, genişletilmiş kriz hükümeti yaklaşımının Kasım ayı içinde çatırdaması, ilerleyen aylar boyunca da siyasi partilerin genel olarak kamuoyu nezdinde güvenirliği yıkılmasını izleyen bir süreç yaşanacağını beklemek gerekir.
Yeni bir seçimde vatandaşların siyasi iradelerini temsil etmeleri için oy verme eğilimlerinin hızlı bir şekilde dönüşeceği gerçeğini göz ardı etmemek gerekmektedir.
Peki meclisteki siyasi partiler var oldukları paradigmada yok oluşa doğru bir yolculuğa çıkmayı çözüm olarak görürken, bir B planı var mıdır?
Başka bir deyişle, fakir ve yalnız kuzey Kıbrıslılar için tek yol Ankara mı?
İşte bu B planına taraf bir siyasi işbirliği için şimdiden düşünmek ve tartışmak gerekmektedir. Alıştığımız rozetlerin, üyeliklerin, yaklaşımların çok daha ötesinde hem siyasi, hem ekonomik hem de teknik anlamda ezberin ötesinde bir alana ihtiyaç vardır.
Birinci soru şu olmalıdır: Kıbrıs’ta federasyon bağlamında, uluslararası finans yardımına yaklaşmaya yönelik bir siyasi irade farklı bir dinamik yaratabilir mi?
Doğrusu, ekonomisi batmış bir kuzey Kıbrıs ile federasyon kurma arzusu dibe vuracak olan güneydeki Kıbrıslıların iştahını canlı tutmak zor olacaktır. Bunun kompanse edilmesi için geleneksel algılarımızın ötesinde konuları zorlamak gerekmektedir.
Çünkü, Kıbrıslı Türklerin çözüm kurma niyetindeki müzakere gücünün azalmaktadır.
Bugün bir ekonomik yıkım ile karşılaşmadan, farklı bir müzakere sürecini canlandırmaktan geçmektedir.
Açık olan gerçek, “kırmızı çizgileri” gözden geçirmekten geçmektedir.
B planı olmadığı sürece tek çare çok daha açık bir biçimde Türkiye’nin etkin himayesine girmekse eğer, kuzey Kıbrıslılar için, ikinci bir siyasi olasılık yaratmak hem Türkiye ile pazarlık payını güçlendirecek, hem de yeni olanaklara fırsat yaratacak bir formülü gerektirmektedir.
B planı yaratılmadığı sürece Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi egemenliğinde çok daha silik bir duruma düşülecek bir hale yaklaşacaktır.
Bu süreçte, özellikle örgütlü yapılanmalar ile birlikte meclis dışı siyasi partilerin ve sivil toplum muhalefetinin etkin bir işbirliği ile çalışmasının elzem olduğu bir gerçektir.
Muhalefetsiz çok partili bir idarenin, kamuoyu baskısı bir gerekliliktir.
Meclis içi siyasi partiler bir kriz koalisyonu durumunda, Türkiye ile pazarlık yaparken, borç teminatı olarak acı reçetelerin mantığını kamuoyuna anlatırken, meclis içi muhalefeti olmayacağından önerileri kabul etmeme durumu ancak kamuoyu baskısını yaratmaktan geçmektedir.
Yaratılan ekonomik paradigmanın ilk şokta yerle bir olmasının sorumlusu, bu paradigmayı kabul etmek zorunda bırakılanlar değildir. Bu bağlamda kriz hükümetinde yer alan siyasi partilerin kendi tabanları dahi kamuoyu baskısının önemli aktörleri olacaktır.
Partilerin kendi tabanları ile bağı dahi kaybedecekleri korkusu statükonun yarattığı siyasi unsurları sorumlu bir çizgide tutabilir.
Aksi halde, rıza gösterilen bir acı reçetenin toplumsallaştırılacağı gerçeği ile karşı karşıya kalacağız.
Muhalefetsiz hükümet çaresiz bir şekilde önerileri kabul etmek durumunda kalırken, izlenen süreçte de bu uyumun garantisi olarak, hızlı bir şekilde Kıbrıs’ın birleşmesi tezinden uzaklaşacağı gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Kıbrıs’ın birleşmesi tezinden uzaklaşmak, kktc’nin tanıtılacağı anlamına gelmediğini hatırlatmak gereklidir. Birleşmeden uzaklaşmak, temelde Kıbrıslı Türklerin uluslararası anlamda kabul edilen statülerinin değerinin erozyona uğrayacağı anlamına gelmektedir. Bu yüzden de uluslararası toplum tarafından kabul görülen siyasi değeri korumak ve ilerletmek gereklidir.
Ancak, bu noktadan sonra slogan ile sınırlı federasyon savunuculuğunun da yeterli olmayacak.
Kıbrıs sorununun güneydeki Kıbrıslılar tarafından da kabul edilebilir biçimde çözülmesi için yaratıcı düşünmek elzemdir.
Bu anlamda, en erken zamanda, kapsamlı çözüme giden yolu sıvayacak, Uluslararası finansal kaynaklara erişimi mümkün kılan bir çözüm paketinin gündeme gelebilmesi için iki toplum lideri Anastasiadis ile Akıncı’nın sonuç odaklı bir istişare başlatması olmazsa olmazdır.
Yeni finans kaynaklarına erişmek için yapılacak aşamalı kararların hızlı bir şekilde uygulanması en azından kriz sürecinde, yeni kaynaklar için Türkiye ile istişare edecek kriz hükümetinin de pazarlık gücünü arttıracaktır.
Bu açıdan da birbirini besleyebilecek adımlar olarak görülmelidir.
Sonuçta, uluslararası kurumlar için çerez parası olan miktarların krizi fırsata çevirmek için yeterli olacağını biliyoruz. Ancak bunun için siyasi karar almak elzemdir.
Bu noktada, milliyetçi mütakabiliyet sözlerinin baskısını bir kenara çekip, alışagelmiş çerçevenin dışında bir anlayışı uygulayacak bir dinamizme ihtiyaç vardır.
Bu kapının şu an kilitli olduğu gerçektir. Ancak, kilit ve anahtar Kıbrıslıların iradesinde saklıdır. Aksi halde, kuzeydeki ve güneydeki Kıbrıslıların kendi evlerinin tümünün efendisi olma arzusu sonsuz bir hayal olarak kalacaktır.