GazeddaKıbrıs Editoryal Kolektifi
11 Ekim’de gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimine 2 hafta kaldı. Seçim, salgın dolayısıyla Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan yurttaşların gündeminde olmasa da, ilgili çevrelerde seçim telaşının yükselmeye başladığı gözlemlenmektedir.
GazeddaKıbrıs Editoryal Kolektifi geçtiğimiz gün yaptığı toplantısında belli başlı tartışma metinleri ortaya çıkardı. Bu metinler, üzerinde herhangi bir uzlaşıya varılmamış, GazeddaKıbrıs Editoryal Kolektifi’nin kendi arasındaki tartışması sırasında kullanılmış ifadelerden derlenmiştir. Kendi aramızda yaptığımız bu sohbetin, kamusal alanda da tartışılabilmesinin, hem kolektifi, hem de okurlarımızı, ilgili konu üzerine tartışmaya itebileceğini ya da düşünceleri daha da derinleştirebileceğini umuyoruz.
Saygılarımızla
GazeddaKıbrıs Editoryal Kolektifi
Tartışma Metni 1: Kıbrıslırumlara siyasi eşitlik konusunu tartışmak için güçlü bir temel sunulmuyor
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan ve oy kullanma hakkına sahip olanlar, yani kktc vatandaşları, bir kez daha liderini seçmek için sandığa gitmeye hazırlanıyor. Bu minvalde mevcut durumun irdelenmesi özel bir ilgiyi hak ediyor gibi durmaktadır.
Elbette, burada yazılanların, bu seçimi Kıbrıs sorunundan veya Federalizmden bağımsız değerlendirenler için bir anlamı olmayacaktır. Onlar sigara fabrikasında devam edebilirler. Buradaki irdelemenin niyeti, yaşanan süreci federalizm bakımından değerlendirmeyi önemli görenlerle bir tartışma başlatmak.
Karmaşık gibi gözüken meselelere basit bakmayı öğrenenler, Kıbrıs sorunu ve federalizmle ilgili şu gerçekten çekinmeyecektir. Gerek uluslararası toplum, gerekse Kıbrıs Cumhuriyetii bakımından Kıbrıs’ta Federal bir çözümün önünde duran iki temel engel vardır.
Bir tanesi Türkiye’nin adadaki siyasi ve askeri varlığı ve bu temel üzerine kurulu KKTC bürokrasisi. Bir diğeri ise, Kıbrıslıtürklere siyasi eşitlik tanımak istemeyen Kıbrıs Cumhuriyeti statükosu. Bu nedenle, federalizm bakımından, seçim süreci, bahsi geçen iki konuda ne anlam ifade ediyor sorusunu sormak önemli gibi duruyor.
Türkiye’nin askeri ve siyasi varlığı
Türkiye’nin, uluslararası birçok aktörün ve Kıbrıslırumların bu konudaki tutumu net gibi gözükmektedir. Özellikle Kıbrıslırum toplumunun talebi Türkiye’nin siyasi ve askeri varlığının ada üzerindeki etkisinin ortadan kalkması yönündedir.
Türkiye Kıbrıs’taki siyasi ve askeri varlığından tamamen feragat etme konusunda geri adım atabileceğine dair herhangi net bir tavır ortaya koymamıştır. Aksine, birçok noktada garantilerden vazgeçmeyeceğini ve Kıbrıs’ta jeopolitik çıkarlarının dışında hareket etmeyeceğini dile getirmiştir.
Kıbrıslıtürk toplumu da bu konuda net değildir. Garantörlük konusunu masaya yatırmakta çekingen davranan, Türkiye’ye yönelik her geçen gün artan bağımlılık ilişkilerini normalize eden ve kktc bürokrasisinden beslenen çok güçlü bir toplumsal sınıf söz konusudur. Bu sistemin ortadan kalkması, veya zedelenmesi yönünde herhangi bir örgütsel güç Kıbrıs’ın kuzeyinde mevcut değildir.
Kıbrıslı Türklerin Siyasi Eşitliği
Kıbrıs’ın güneyindeki toplum bu konuda herhangi bir ana-akım tartışma yürütmemektedir. Siyasi eşitliği kabul eden siyasi elitler ve sınıflar mevcut olsa dahi konuyu anlamlı bir toplumsal tartışmaya götürme iradesi, veya bu yönde bir toplumsal değişim yaratma iradesi mevcut değildir. AKEL, iki toplumlu ilişkiler konusunda adımlar atmakta ancak siyasi eşitlik meselesini ne parti içinde tam olarak tartışmakta, ne de bu konuda kamusal bir tartışma ve değişim başlatma yönünde ciddi adım atmaktadır. DISY’de ise iki toplumlu ilişkilere yönelik bile ciddi bir açılım gözlemlenmemektedir.
Diğer taraftan, Kıbrıslı Türklerin Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve askeri varlığına yönelik dik duruş göstermemesi, aksine Türkiye’nin askeri varlığını talep etmesi Kıbrıslırum toplumunda Kıbrıslıtürklerin Türkiye’nin Truva atı imajı çizmektedir. kktc bürokrasi sınıfı, siyasi partileri ve kurumları Kıbrıslırumlara siyasi eşitlik konusunu tartışmak için güçlü bir temel sunmamaktadır.
Yerel çerçeve bu iki noktada federalizmi kilitlenmektedir. Seçimlere bu açıdan bakacak olursak bu kilidi açabilecek veya açmaya yardımcı olacak bir aday var mıdır sorusunu sormamız gerekmektedir.
Tartışma Metni 2: Federalizmin geldiği noktadaki krizi konuşmayan bir siyasi elit var
Aslında, seçimlere yönelik tartışma konjonktürel reaksiyonla yapısal sorun arasında bir yerdedir. Yapısal sorunlarla ilgili meselelerde federalist adaylar ağırlıkla yuvarlak laflar ile pozisyonlarını ortaya koymaktadır.
Akıncı’nın Euronews röportajında asker ve garantiler meselesinin bir yolu bulunacağına inancım tamdır gibi bir ifade kullandı. Tam cümle bu olmayabilir ama buna benzer bir yuvarlak ifade kullandı. Diğer federalist aday Erhürman konuya bile girmedi.
Yani yapısal olarak, federalizmin geldiği noktadaki krizi konuşmayan bir siyasi elit var. Ama işin daha zorlayıcı tarafı garanti asker gibi can alıcı konuları da konuşmayan bir entelektüel ve örgütlü grup da var.
Şu an yapısal konuların konuşulabileceği hiçbir alan yoktur. Bu alan olmadan siyasilerin oluşmamış alanı neden konuşmasını bekleyelim? Bu adayların hepsi kariyerleri ile birlikte siyaseti ele alır. Akıncı ona puan kazandırmayacak adım atmaz, Erhürman, Türkiye’nin desteğini kaybedecek pozisyona girmez.
Temel felsefe, federalizmi federalist perspektifle eleştirme aksiyonunu sürdürmek
Bu durumda temel mesele federalizmi federalist perspektifle eleştirebilen aksiyonu sürdürebilmektir. Yani konuşulmayanı konuşabilmek, bunu çoğaltabilmek ama bizler bunu başaramadık. Bizim başaramadığımız yetmez, bizden başka birileri da çıkıp bunun üzerine bir siyasi kavga vermedi. Örgütlü mücadeledeki zafiyeti geçerek, GazeddaKıbrıs dahi 2 senedir bu konuları entelektüel bir tartışmaya bile eviremedi.
Tüm bunların ışığında yapısal çıkmazda takıldığımız ortada ama süreç konjonktürel reaksiyonlara evrilen bir yere itti. Konjonktürel bir aktörlük söz konusu.
Konjonktürel meseleler nedir ?
Doğalgaz, Erdoğan’ın genişleyici yaklaşımı, Kıbrıslıtürklerin Erdoğan’a dönük ideolojik karşıtlığını sürdürebilmesi.
Erdoğan yarın başka bir anlaşma içine girse (Mesela NATO’da yaşananlar) ve bir anda Avrupa Birliği’nin geleceğinin daha güçlü bir Avrupa’dan geçtiğine dair bir pozisyon alsa, bugünkü konjonktürel karşıtlık yok olacak.
Siyasi pozisyonları bugün çok daha net olan kişi ve grupların bir kısmının aniden Talatvari “Türkiye’de oy versem AKP’ye oy verirdim” tipi pozisyonlara evrilebileceğine şüphe yok. Bu çerçeve içinde görülen, alanda dahi konjektürel yaklaşımları zorlama konusunda federalist tabana hitap eden adaylar arasında da bir asimetri var.
Akıncı konjonktürel meselelerde bir pozisyon belirleyerek “dik duruş” sergiler; Erhürman ise konjonktürü geçici bir mesele olarak görür ve pozisyonsuz olarak kendi alanını korumakla ilgilenir. Muhtemelen Erhürman’ın uzun erimli bir yaklaşımla ele aldığı bu pozisyon onun konjonktürel olarak “kötü federalist” imajını deneyimlemesine neden olur.
Bu açıdan ahalinin seçimi de yapısal sorunlara göre değil, konjonktürel bir meseleye döner. Konjonktür Erdoğan’a tepki vermek için uygunsa, sol, ilerici vs. insanlar burada pragmatist bir tercih kullanmak yerinde mi diye sormak gerekir.
Yoksa mesele uzun erimli ve yapısal bir süreçtir, “yapısala dokunmadığımız sürece bir dönüşüm yaratmayız” diyerek burada nedenselliği aynı olmasa da, Erhürmanvari bir vitesi boşa alma haliyle konjonktürü bir kenarda tutarak, milliyetçi çerçeveye daha uyumlu bir pozisyon mu almak gerekir?
Bu bağlamda soru lider seçimi değil, araçlarla amaçlar arasındaki uyumun nasıl okunduğudur. Seçimin tek amacı bence kimin lider seçileceği değil, kime ne mesaj verileceğidir. Bu seçimin yaratacağı amaç araç ilişkisi böyle bir alan yaratma gücüne sahiptir.
Soru belki de şudur; Kıbrıslılığınızı bir kenara koyun. Sol, ilerici, demokrat kimliğinizle düşünerek konuyu ele alın. Enternasyonalist bir sol yaklaşım, Anadolu coğrafyasında hüküm süren, faşizan ve otoriter bir irade sergileyen ve bizi de etkileyen Erdoğanizme karşı belki de sinek ısırığı kadar az bir etki yaratacak ama onu gerçekten etkileyecek bir güce sahip olduğunuzda; bundan yararlanmak ister miydiniz? Yoksa, konu Türkiye’de yaşayan insanların meselesine Kıbrıslıtürkler karışmaz. Biz iyi ilişkileri korumakla ilgilenmeliyiz; mi derdiniz?
Kıbrıs’ta federalizm bu seçimin bir yan ürünü olabilir. Ancak hiçbir etkisi de olmayabilir.
Tartışma Metni 3: Direniş türlü biçimlerde hayat bulur
Federalist proje açısından burada siyasi müdahale alanımız tümüyle semboliktir; eğreti bir sandık ile (ki daha ‘demokratik’ sandık yaklaşımının genel eleştirisiyle de paralel olarak) somut müdahaleler yapabildiğimizi sananlar kendini kandırmaktan öteye bir şey yapmazlar.
Bu ışıkta ‘boykot’ stratejisinin somut müdahalesini mumla arayanlar, hatta stratejiyi reddederek küçük görenler “seçimlerinin” somut müdahalesini önümüze sermekle yükümlüdür. Pek tabii bahsi geçen sembolik müdahale boykotla sınırlı değildir; ayni zamanda “Türkiye’nin istemediği adayı” “seçmek” de ciddi sembolik bir manaya gebedir -zira direniş türlü biçimlerde hayat bulur.
Gel gelelim her iki stratejiyi de takip edenler bunun somut bir müdahaleye kısır olduğunu ve sembolik alanda hapsolacağının bilincinde olmalıdır.
Dolayısıyla adanın kuzeyinde kktc makinesini temel alan federalist siyaset bir duadan ibarettir; somut müdahale ise hale daha günlük hayatta gizlidir. Sembolik alan ciddi önem taşımakla birlikte somut siyasi müdahaleler uzunca bir süredir ada üzerinde Kıbrıs sorununun geleneksel yöntemlerini, kategorilerini ve sınırlarını reddetmek ve devletçilik saplantılarının ötesinde düşünerek “tüm” toplulukların kolektif ve kişisel hayatlarını iyileştirme çabasından geçer.
Bu dogmalaşmış ulusal egemenlik, kendini ve geleceğini tayin hakkı, şekilsel siyasi eşitlik vb. algı ve talepleri bertaraf edebilmemiz günlük hayat pratiklerimizde onların ötesine bakmaktan geçebilir.