Editör notu: Bu yazı ilk olarak www.tabella.org sitesinde yayınlanmıştır. Bu yazıyı Tabella’nın hem yayın kurulu hem de yazının yazarının izniyle yayınlıyoruz.
Yalnızlıkla sınanmış ya da sınanma şansı verilmiş insanlar, hem hayatı hem de kendilerini tanımışlardır. Daha olgundurlar ve kendilerini bilirler. Bazı zorluklardan tek başlarına geçmişler ve galip gelmişlerdir, zorlukların altında ezilmiş olsalar da genellikle ders çıkarmışlardır mağlubiyetlerinden.
Yalnızlık: Kötü bir kelime ya da durum değildir. Tabii insandan insana değişen bir olay ama yalnızlık aslında iç huzurumuzla alakalı. Yalnızlığıyla mutlu olabilen, huzur bulabilen insanlar var. Buradaki yalnızlığı hiç kimsesi yok, her şeyi kendi yapar, ama kendini üstte görürle karıştırmayalım. Yalnızlık aslında çevresinde insanlar olsa da onlara ihtiyacı olmayanlardır. Kendilerine yetebilen ve kendileriyle barışmış aynı zamanda bunu huzurla isteyerek yapmış kişilerdir. Yalnız kalmayı ve olmayı tercih eden insanlar kendi alanlarına başkalarını izin verdikleri kadar alırlar ve izin verdikleri kadar onlara yetki hakkı verirler. Yalnızların genelde kırmızı çizgileri vardır.
İki çeşit yalnızlık vardır: Biri kişi tarafından seçilmiş, diğeriyse zorunda bırakılmış. Ben kişinin kendi tarafından seçtiği yalnızlığa değinmek istiyorum bu yazımda.
Yalnız yaşamak, olduğu gibi bir sorumluluk istiyor. Mesela kendi alanını, kendin yaratıyorsun. Kendine kendin bakmak zorunda kalıyorsun. Belki de kendi kendine konuşuyorsun. Kendini düşünüyorsun; neyi sevip, neyi sevmediğini ve nelerden zevk aldığını. Yalnız bir evde tek başına her şeyi fazla düşünmekten delirebiliyor insan.
“İnsan çok yalnızken, bir tane daha kendinden doğuruyordu içinde, ‘korkma’ desin diye…” – Ece Temelkuran
Öyle ki, insanın beyni çok yankı yapıyor. Bazen cevap bile veriyor, sanki karşılıklı monologlara giriyorsun. İşin trajikomik yanı ise hiç de sıkılmıyorsun. Bu deli saçması monologlardan tartışmalardan. “Hangimiz kazanacak?”, “Hangi ben daha haklı?” diye bir koşuşturma. Meğer, ne kadar çok şey düşünüyormuşum diyorsun…
Kendine uğraş arıyorsun ama bir arkadaşınla bile görüştüğünde, eve koşarak gidip monoloğuna geri dönmek istiyorsun. Kısacası, yalnız olmak fiilinde bulunmaktan zevk alıyorsun. Çünkü, kendinle baş etmek, başkalarıyla baş etmekten, başkalarıyla uğraşmaktan daha zevkli ya da daha iyi geliyor.
Yalnızlık aslında bir nevi özgürlüktür de. Bu yüzdendir ki hayatımıza yeni biri girdiğinde -ister romantik ister normal arkadaş durumu olsun- ya da bağlanma mevzusu geçtiğinde hep bir bocalanır. Yok ki yapamayacağımızı düşünürüz, aksine çok da güzel yaparız, çünkü kendimizi çok iyi tanırız. Şahsi alanımız ya da özgürlük bağımlılığımız tehdit altına girer diye bir düşünceye kapılırız. Aslında özgürlük alanımıza karşı olası saygısızlık düşünceleri bizi biraz tedirgin ediyor olabilir. Yalnızlıkta en değerli özgürlüğümüzdür ve özgürlük insanın en değerli hazinesidir. Onu korumak büyük bir sorumluluktur.
Nedense yalnızlık hayıflanır ya da ayıplanır ve zevk alınmayacakmış gibi algılanır bizim toplulumuz tarafından. Hatta yalnız yaşayıp ayaklarının üstünde duran bir insan oldunuz mu bütün teşhisler anında konur. “Bundan böyle yalnızsın.” gibi başlar ve daha neler neler. Eminim çoğu yalnız yaşayan hâlinden memnundur ve “Kime ne?” diyordur.
Unutulmamalıdır ki; bir başkasının özgürlüğü, benim özgürlüğümün başladığı yerde biter. Kendiniz olabilir ve hayattan zevk alabilirsiniz, ama bana nasıl olmam gerektiğini ya da ne düşüneceğimi, vaktimi nasıl geçireceğimi söyleyemezsiniz.
Fakat çoğu insan yalnızlığın değerini bilmez. Hatta bu konuyla ilgili “İnsanların en büyük problemleri, sessiz bir odada yalnız kalamamaktan dolayı ortaya çıkar.” der Fransız matematikçi Blaise Pascal.
Hiçbir şey yapmadan bir duvara hiç baktınız mı mesela? O an bir odada yalnız olmanın tadını veya hiçliğin tadını çıkardınız mı? Yalnız kalmayı seçen insanlar kendi düşünceleriyle başbaşa kalma gibi cesaretleri olan insanlardır. Herkes bilir ki beynimiz bize farklı farklı oyunlar oynayabilen bir organımızdır ve insanı delirtebilir. Fakat yalnızlığı tercih edip beynimizi, kendimizi dinleyeme başladık mı onu kontrol altına alıp ortaya güzel şeyler çıkartabiliriz ve de kendimizi tanırız.