Çeviren: Mestan Dilbilmez
Kaynak: Dünyadan Çeviri
Savaş, en acımasız biçimiyle Avrupa’ya geri döndü. 45 milyon nüfuslu bir ülke, üç katı nüfuslu ve sekiz katı silaha sahip komşusu tarafından işgal ediliyor. Uzaktan bakıldığında, durumu, Fransa ve Almanya’yı 1870 ila 1945 arasında üç kez karşı karşıya getiren sınır savaşlarıyla karşılaştırmak cazip gelebilir. Almanya Alsace ve Moselle’i nasıl kendi mülkü olarak görüyorduysa, Rusya da Kırım ve Donbass’ı kendi mülkü olarak görüyor.
Bununla beraber birkaç önemli fark var. Demografik ve askeri dengesizlik bu sefer daha da belirgin (Almanya, 1870, 1914 ve 1940’ta Fransa’dan %60 daha fazla nüfusa sahipti) ve Kiev’deki yetkililer, ilgili nüfusların haklarına saygı göstermenin yanı sıra ihtilaflı bölgelerin siyasi durumunu tartışmaya hazır olduklarını zaten belirtti. Mutlak anlamda, bu tür hassas konularda mümkün olduğunca demokratik ve barışçıl bir süreç hayal edilebilir. Sorun şu ki, Rus devleti bu sınır çatışmasını tüm ülkeyi işgal etmek, yerle bir etmek ve Ukrayna devletinin varlığına meydan okumak için bir bahane olarak kullanıyor. Bu açıdan bakıldığında, 1870-1871 ya da 1914-1918 yüzleşmelerinden ziyade, İkinci Dünya Savaşı’nın Alman işgaline daha yakınız.
Batı’nın bu dramatik duruma tepkisi şimdiye kadar tamamen yetersiz kaldı. Özellikle Avrupa ülkeleri, Rus gaz ve petrol arzını derhal durdurabilecek araçlara sahip. Almanya’da yapılmış akademik bir araştırma, ithalatın derhal durdurulmasının Alman GSYH’sının azami olarak %2 ila %3’üne mal olacağını gösterdi. Bu hidrokarbonlar asla yakılmamalıydı ve şimdi Ukrayna’nın yıkımını finanse ediyor. Onları yerin altında bırakmanın zamanı geldi. Derhal ve radikal bir şekilde hareket etmezsek, bundan büyük bir pişmanlık duyabiliriz.
Askeri yardım konusunda ABD ve Polonya, Ukraynalı pilotlara kendilerini Rus bombardımanına karşı savunmaları için uçak sözü verdi ama daha sonra fikirlerini değiştirdiler. Genel olarak, bu muhtemelen iktisadî ve askerî olarak çok daha güçlü ülkelerin (NATO ülkeleri toplamda Rusya’nın GSYH’sinin on katına ve hava kuvvetleri kapasitesinin beş katına sahip), Ukrayna topraklarında insan ya da malzeme kaybı ne olursa olsun müdahale etmeyeceklerini önceden ilan ettikleri tarihteki ilk çatışmadır. 1853’te Kırım Savaşı sırasında, Fransa ve Birleşik Krallık, güneye doğru genişlemesini durdurmak için Rus İmparatorluğu’nu yenmeye gitmişti. Batı’yla Rusya arasındaki güç orantısızlığı bugün daha da fazla ve yine de hiçbir şey yapmamayı seçtiler.
En sık yapılan açıklama, nükleer tehdidin artık sahip olunan konvansiyonel silahlar arasındaki uçurumu işlemez hale getirdiği ve konvansiyonel silahların kullanılmasını engellediği şeklinde. Bu sav bütünüyle ikna edici değil ve açıklama gerektiriyor. Kelimesi kelimesine ele alınırsa, ne kadar yıkıcı olursa olsun, diğer bölgelerin benzer bir işgali karşısında da boş boş durmak zorunda kalacağımız anlamına geliyor.
Bu askerî tereddüt konusundaki en inandırıcı açıklama, Avrupalı güçlerin 1914-1945 arasında yaşadıkları milliyetçi ve soykırımcı özyıkım döngüsünden kalma derin travmanın hala içinde oldukları ve 1945’ten bu yana hukuk, ekonomi ve adalet silahlarına dönmeye karar vermiş olmalarıdır. Bu, belirli bir yere kadar, temel olarak olumlu bir gelişme ama bu yeni silahların tam olarak kullanılması şartıyla.
Bu, yalnızca Rus devletinin hidrokarbon alımları yoluyla finanse edilmesine derhal son vermekle kalmayıp, aynı zamanda bugün rejimin dayandığı oligarşik ve kleptokrat sınıfa göre milyonlarca sıradan Rus üzerinde çok daha büyük bir etkiye sahip olan iktisadî yaptırımların işleyişinin tamamen yeniden düşünülmesi anlamına geliyor. Yaptırımların oligarkları hedef aldığı iddia ediliyor ama gerçek şu ki, Batı finans ve emlak merkezlerine yatırılan on binlerce Rus servetinin hedeflenmesi gerekirken, sistematik denetim olmaksızın ve çok sayıda boşluk sayesinde sadece birkaç yüz kişi etkileniyor.
Sadece Putin rejimine diz çöktürmek için değil, aynı zamanda Rus ve uluslararası kamuoyunu adalet ve demokrasi üzerine yapılan büyük söylevlerin boş sözler olmadığına ikna etmek riskli ve sonucu ağır olabilir. Hem Afrika’da hem de Asya’da, ülkelerin yarısından fazlası (ve 2010 itibariyle dünya nüfusunun ve GSYH’nin dörtte üçü) BM’de çekimser kaldı. Batılı ülkelerin geçmişteki tüm işgallerini unuttuklarından; her zaman sadece çıkarlarını ve hâkimiyetlerini savunmayı düşündüklerinden şüpheleniliyor. Sorun şu ki, Batı’nın onlarca yıldır uyguladığı yasal ve finansal sistem, öncelikle zenginleri, nereden gelirlerse gelsinler, başkalarının pahasına korumayı amaçlıyor.
Sıradan bir Rus, rubledeki düşüş ve yaptırımların neden olduğu enflasyon nedeniyle emekli maaşının ya da maaşının yarısını kaybederse, şikâyet edebileceği bir başvuru mekanizması, bir mahkeme yok. Öte yandan, 100 milyon euroluk servetinin yarısına el koyarak bir oligarkı mahrum bırakmak istiyorsanız, o zaman karara itiraz etmek için birden fazla yolu var ve onlar için bu itiraz süreci neredeyse bedelsizdir. Biz buna o kadar alıştık ki artık dikkat etmiyoruz ama bu aslında tamamen taraflı ve asimetrik bir hukuk devleti. Batılı ülkeler, militarizm sonrası ve sömürge sonrası bir dünyanın inşasına, hukukta ve adalette çok daha ileri giderek katkıda bulunabilir.
Kaynak metin: https://www.lemonde.fr/blog/piketty/2022/03/15/confronting-war-rethinking-sanctions/