Üzücü, bir takım kişiler, hatta CTP’den bazı kişiler hakarete de varacak şekilde, sandığa gitmeyecek olanlara saldırıyor, kimi devrimcilerin sandığa gideceğini, gitmeyinin kendine devrimci deyemeyeceğini bile yazdı, gerçekten akıl tutulması…
Özellikle 1990’lardaki sosyal demokrat partilerin neoliberalizm ile uzlaşması, çoğunun Blairleşmesi, üçüncü yolcu olması, 2000’lerde birçok kesim içinde temsili demokrasiyi tartışılır kıldı, seçimlerde katılım oranları düştü, çünkü neoliberal politikalarla meclisler yürütme erkini ciddi oranda kaybetti…
Meclisler güçlerini neden kaybetti? bu da 1990’ların uzun tartışmaları idi, çok taraflı uluslararası antlaşmalar, bu antlaşmaları bağlayan tahkim süreçleri adete birçok şeyi otomatiğe koydu, sudan elektriğe, telekom sistemlerini birçok hizmet el değiştirdi, ya satılarak ya da çok uzun süreli anlaşmalarla sermayeye geçtiler, serbest piyasa ekonomisi adı altında bir saldırı sürekli örgütlendi…
Bunun üzerine sosyal hareketler temsili demokrasinin karşısına katılımcı demokrasi ile çıktılar, Latin Amerika’da önemli işler oldu, tartışma devam ediyor…
Bu arada bırakın bizim mahallenin solcularını örneğin Brezilya İşçi Partisi PT bile temsili demokrasi üzerinden mücadelesini sürdürmüştü…
Parlamenterizm tüm dünyada tıkandı, bunu birçok kesim tartışmakta, bizim adaya gelince hem TC’nin dayatması, hem birçok alana müdahale, hem de TC’den gelen paketlerin çizdiği sınırlardan dolayı meclisin çalışabileceği siyasal alan yok denecek kadar azdır, bu konuşulsun dendiğinde devrimciler oy verire konu dönüyorsa, gerçekten bu cahillik ile baş etmek imkansızdır…
Bu dönemde temsili demokrasi sorunlarına dair Jacques Rancière kitaplarına bakın, ufuk açıcı olabilir… Yani bize parmağını sallayıp dünyanın her yerinde bu işler seçimlerle oluyor ayağınızı denk alın oy verin diyenlerin iddiasına rağmen sorun tüm dünyada, üstüne üstlük bu işlerin üstüne bir de Kıbrıs’ın kendi özel koşulları da eklenmektedir…
Temsili demokrasi tamamen mi yok sayılmalı?
Zaman ve mekan tahlilleri üstünden net belirlenmiş bazı hedefler için araç olarak elbette kullanılabilir, bir siyasi kampanyaya dönüştürülebilir, ayni şekilde gitmemek de kampanyaya dönüştürülebilir, ama Kıbrıs’ın kuzeyindeki sorun herkes kendince boykot, parlamentarizm, temsili demokrasi tanımı yapmış durumda, kimse herhangi bir şeye de referans verme derdinde değil, “boykot dediğin böyle yapılmaz” gibi saçma bir söylem genel kabül gören argüman olabiliyor, sanki bir yerde boykot nasıl yapılır el kitabı var, ona baktılar, yok bu sizinki bundan değil yargısı dağıtılmakta… Hade meclisten birşey çıkar mı konusunda bakalım; son 20 yılda meclisten geçen yasaların tümü sorunlu, biz değil Yüksek Mahkeme başkanı adli yıl açılışlarında söylüyor, doğru düzgün yasa bile geçemiyor, geçenler uygulanmıyor, ama oy verin mecliste meleklerin de yardımı ile ülkeyi şeker gibi yapacağız söylemleri var…
Düşünün meclislerin en önemli görevi olan bütçe denetimi bile yapılamıyor, kesin hesapların durumunu bilen yok ama bu mecliste umut var düşüncesine inanmamız isteniyor, parmaklar sallanıyor… Uzun lafın kısası halimiz komik, işimiz zor…