Bu makale ilk kez 10 Haziran 2020 tarihinde Kathimerini Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Kaynak: Kıbrıs Radyo Yayın Kurumu, Çeviri: Vula Harana
“Geleceğin fotoğrafını görmek istiyorsanız, bir kişinin yüzüne sonsuza dek bastırılan bir postalı hayal edin”… 1903-1950 yılları arasında yaşamış olan George Orwell’ın “1984”adlı kitabından bir alıntıydı. Doğal olarak insanın aklına şu makul soru geliyor. 70 yıl önce ölen bir insanın Trump’ın Amerika’sını, George Floyd’un öldürülüşünü bir fotoğraf gibi yansıtan bir kesinlikle anlatacak kadar uzak görüşlü olması mümkün müdür? Orwell İngiliz bir gazeteciydi. Huzursuz, sürekli araştıran hatta sorularına yanıt bulmak için yoksulluğu bile göze alan bir mizaca sahip olması onu bir yazara, edebiyatçıya dönüştürdü.
Lafı dolandırmadan konuşurdu, toplumsal eşitsizliğe karşıydı, totaliter rejimleri acımasızca eleştirdi ve saf demokrasiyle sosyalist fikirleri fanatik bir biçimde destekledi. Orwell, Lenin Tugayıyla İspanya İç Savaşı’nda yer aldı, daha sonra ise Stalinist İspanyol Komünist Partisi ile ihtilafa düşünce bu çizginin temizlik hareketinden şans eseri kurtuldu. Bu nedenle, “Hayvanlar Çiftliği” adlı kitabında George Orwell’ın, alegorik bir üslüpla olsa da, Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist dönemi anlatımı müthiştir. “1984” adlı kitabındaysa yazar her şeyin Büyük Birader’in gözetimi altında olduğu bir totaliter polis devletini tasvir ediyor. Büyük Birader’in analizi ve onun içini görebilme özelliği Orwell’in geleceği bu kadar net görmesini sağlayan şey oldu.
Ve… Büyük Birader, yakın zamana kadar, gölgelerden, gizlenerek bizi izlerken, Trump’ın başa gelmesiyle cesaretlendi ve gün ışığına çıktı – Kıbrıs’ta Larnaka’daki van tipi casus aracıyla göründü-. Köleliğin kaldırılmasının hata olduğuna, Tanrı’nın beyaz olduğuna – son Bizans İmparatoru Konstandinos Paleologos’un İstanbul’u geri almak için yeniden canlanacağına- inanan bir beyazlar güruhunun tüm cehaletini ve gelişmemiş içgüdülerini gözler önüne sererek. Hoşgörüsüzlüğü ve hor görmeyi telkin eden küstah lider Trump başkanlığındaki bir toplumda ve popülist başkan yeniden seçilmeyi hedeflerken; bölünme, kutuplaşma ve çatışma ortamı oluşması doğaldır. Diğer hedef, -ki Trump bunu başardı- orta sınıfın gösterdiği somut ekonomik iyileşmeydi. Ama aynı anda da “Obama Care” sistemini ortadan kaldırdı, halkın yüzde 70’inden fazlasını ABD’nin zaten özele ait olan sağlık hizmetlerine erişimi tamamen kesti. COVID-19 salgını patlak verdiğinde, kibirli ve egosantrik Trump, virüsün zaten “dokunulmazlığı olan” Amerika’ya dokunmayacağını sandı.
Ta ki binlerce insan ölmeye başlayıncaya kadar. Çoğunluğun sağlık sistemine erişimi yoktu, federe devletler de federal devlet de virüs konusunda harekete geçmekte çok geç kalmıştı. Her gün düzineler halinde derme çatma tabutların içinde ıssız bir adaya taşınan ceset görüntüleri, dünyanın en büyük demokrasisine; en saygın üniversitelere, en ünlü sanatçılara sahip ve endüstri ile enformatikte bir numara olan ülkesine yakışmıyordu. Bununla birlikte, 2008’den beri büyük ekonomik krizle birlikte kırpılmış ücretlerle yaşayıp ancak hayatta kalabilen nüfusun büyük çoğunluğunun içinde bulunduğu yaşam koşulları ile tamı tamına uyumluydu. Şimdi işsizler 42 milyonu aştı, bu demektir ki ücretler en az bir on yıl daha en alt düzeyde kalmaya devam edecek. George Floyd sadece bir kıvılcımdı. Yaktığı ateşse şimdi yangına dönüştü.
Burada tezat oluşturan şey ülke başkanının olayları yatıştırmak ve ülkede barışı sağlamak yerine, tahrik edici açıklamalarla durumu daha da alevlendirmesi. Şimdilik barışçıl protestolar ve mitinglerle zuhur eden sosyal öfkeyi küçümsediğini gösteren “isyan edenlere karşı büyük ve savaşmaya hazır askeri güçleri olduğu ve Amerika’yı yeniden büyük Amerika yapacağı” türden açıklamalarla. Kurşunların yaşam değil ölüm getirdiğini unutarak.
Amerika Birleşik Devletleri’nin bu üzücü imajı, Birleşik bir Avrupa’yı takdir etmemiz ve son dönemlerde başını cüretle kaldıran ırkçılık yılanından korumamız için bize vesile olsun.