İki gün önce Kıbrıslı Türk Karma İstişare Komitesi kuruldu haberi karşıma çıktı.
Oluşturucu özneleri olarak Kıbrıs Türk Ticaret Odası, Kıbrıs Türk Sanayi Odası, Kıbrıs Türk Esnaf ve Zanaatkarlar Odası, Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği, Kıbrıs Türk Otelciler Birliği, Kıbrıs Türk İnşaat Müteahhitleri Birliği, Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu, Hür İşçi Sendikaları Federasyonu, Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası ve Kamu Görevlileri Sendikası tarafından oluşturulan komitede, katılımcı örgütlerin başkanları yer aldığı açıklandı.
Doğrusu, adı geçen örgütlerin gerçekleştirdiği bu komiteyi son derece önemli buluyorum. Özellikle de emek ekonomisi açısından baktığımda diyalog mekanizmalarının eksikliği bilinen bir gerçekti. Sadece bir hobi grubu değil de, yapısallaştırılmış bir ekip olarak bu mekanizma çalışırsa bunun birçok fayda sağlayacağı inancında olduğumu belirtmek isterim. Bu bağlamda örgütsel önyargıların bir kenara bırakıp; sermaye, esnaf, işçi ve çiftçi kesimin diyalog kurarak ekonomik darboğazı değerlendirebilecek bir komiteye sahip olmasını ekonomik bakış açısıyla dikkate değer buluyorum.
Kriz koşullarında oluşturulduğundan dolayı, yapısal sorunlara ne kadar odaklanabileceğini ve bunu ne kadar önceliklendireceğini zaman gösterecek olsa da sosyal diyalog mekanizmalarının önemini bir kez daha hatırlatmakta yarar var.
Dünyanın bir çok yerinde, Çalışma Bakanlıkları altında kurulan bu tarz karma komiteler çalışma barışının sağlanması, sektörel toplu sözleşme hakkının gerçekleştirilebilmesi, adil ücret politikalarının belirlenmesi için gerekli mekanizmalardır. Yani yasa çerçevesinde oluşturulmuş olup, kararları bazı ülkelerde bağlayıcı, bazı ülkelerde ise ilkesel bir tavrı temsil etmektedir.
Bu hem işçi hem de işveren bacağında, ücret politikalarına dair etkin bir ekonomik anlayışın oluşmasını dayatmakta, bu mekanizmalar sayesinde örgütler “duygusal tepkiler” vermek yerine, ölçülebilir değerlendirmeler yaparak hem ekonominin geneline, hem de sektörlere özgü değerlendirmeler yapabilecek kapasite geliştirme gücüne de sahip olurlar. Bu tip mekanizmaların kurulması ve etkin bir şekilde çalıştırılması gereklidir. Hele bizim gibi, özel sektörde sendikalaşmamış, özel sektörün iş yapabilme ortamının gerilerde olduğu ekonomilerde bu yaklaşım kat ve kat daha önemlidir. Bu tarz mekanizmaların etkin çalışabilmesi için ne olursa olsun diyalogun sürdürülmesi ilkesi çerçevesinde, ele alınabilmesi ve böylelikle tarafların birbirilerini anlarken, sınıfsal farklılıkları anlaşılabilir bir biçimde ortaya koymayı mümkün kılabilir.
Tabii ki, kimse istişare konseyinin olmasının sermaye örgütlerinin bir anda emekçi dostu çözümleri içselleştireceği saflığına kapılmamalıdır. İşin ekonomik tarafı kadar, siyasi tarafı da vardır. Siyasi olarak işveren – işçi kendi içinde ithilaflı bir durumdur. Sırf bu yüzden, Kıbrıs’ın kuzeyinde olmasa da, dünyanın her yerinde “öncül sorun çözme mekanizmalarından” özelleşmiş “emek mahkemelerine” kadar genişleyen yapılar doğmuştur. Ancak bunun mümkün olabilmesi için sendikalaşmış bir özel sektörün olması gerekliliktir. Üstelik bu gereklilik sadece işçi için gerekli değildir. İşveren için de sendikalaşmanın sağladığı faydalar olduğu kesindir. İşçi sorunlarının, iş sağlığı ve güvenliğinin sürekli olarak sendika kontrolünde gerçekleştirilmesi, işveren işçi diyaloğun tek tek gerçekleştirilemeyeceği gerçeği ile zamanla yaptıkları işe yabancılaşan ve emek etkinliğinin azalmasına neden olan sonuçların çözülmesi için de sendikaların görevleri vardır. Tabii ki, Kıbrıs’ın kuzeyinde kamu sektörüne yoğunlaşmış bir sendikal anlayışın olması, emek kollarındaki örgütlerin ekonominin ve hayatın ihtiyaçlarının karşılığını verememesi gibi bir paradoks yaratmıştır. Bu yüzden de işverenlerin sendikal oluşumlar veya işçi kolektiflerine yönelik bakış açıları oldukça olumsuz bir hal aldığından, sendikayı iş yerinde barındırmamayı tercih ettiği gözlemlenmektedir. Bu bir hak ihlali olmasına rağmen, buna karşı yasal yükümlülüklerin ve cezai yaptırımların da etkin bir biçimde düzenlenmemiş olması bilinen noktalardır.
Henüz yolun başında olan bu konseye dair soldan gelen eleştirilerin de bu anlamda “işçi ile işveren birleşin” sloganı çerçevesinde ele alınmasındaki yanlışlığın da altını çizmekte yarar var. O dönem ortaya konulan sloganın berbat olduğunu tartışmaya gerek bile yoktur. Ancak, sermaye ile işçi, esnaf, çiftçi gibi farklı katmanların istişare edebilmesi gereklidir. Bu bir ihtiyaçtır. Bu komite ile ilgili esas olan eleştirel zemin temsiliyetin ne kadar sağlıklı olduğudur.
Bu noktada da konuyu iki boyutta değerlendirmek gerekmektedir. Birincisi özel sektörde faaliyet gösteren işçilerin temsiliyeti sorunu açıkça görülmektedir. Özel sektörü temsil eden DEV-İŞ sendikasının örgütlü alanının sınırlı olduğu bilinmektedir. Bununla beraber KTEZO esnaf kesimi ve şahsı adına iş yapanları temsil ederken, aynı şekilde küçük işletmelerdeki işçileri temsil edebilme şansına sahip değildir. Bu bağlamda hala daha yükseköğretim, bankacılık, inşaat, turizm, özel okullar vs.. gibi sektörlerin işçi kesimlerinin temsiliyetini doğrudan yada dolaylı temsil edilmesi hala daha gereklidir. Çünkü, istişare konseyinde sendikaların çokluğu, kamuda çalışan kesimlerin etkin temsiliyetini daha iyi temsiliyetini sağlarken, özel sektör temsiliyetini görünmek kılmaktadır.
Bir diğeri ise toplumsal cinsiyet perspektifi ile olan eksikliktir. Kurulan istişare konseyinin olduğu gibi “adamlardan” oluşması kendi içinde bir sorundur. Ekonomideki kadın işverenlerin ve işçilerin de deneyimleri ve ekonomik olarak deneyimlediği zorlukların tamamen görmezden gelinmesi, bununla ilgili olarak sadece alt üst biçiminde değil, aynı zamanda yatay olarak da bir ayrımcılığın olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda solun tepkilerinin “emek – sermaye” çelişkisine odaklanırken, “cinsiyet ve cinsel yönelime” yönelik çelişkiyi görmezden gelmesi, özellikle sol açısından yüzleşilmesi gereken ayrı bir nokta olduğunu değerlendiriyorum.
Yine de, atılan bu adımı önemli bir başlangıç olarak değerlendiriyorum. Sonuçta, sosyalist kesimlerle, liberal kesimlerin gerçekçi bir diyalog gerçekleştirmesi, siyasi ilişkileri soldan okuyan birini liberalleştirir ne de liberal bir kişiyi sosyalist yapar. Sonuçta, deneyimlediğimiz piyasa ekonomisinde aktörlerin tümü piyasada beraberdir. Önemli olan tüm aktörlerin temsiliyetinin sağlanmasına yönelik bir anlayışın da geliştirilmesi, temsiliyeti az olanların eş derece temsil edilmesinin önünün açılmasıdır.
Sonuçta ortak bir alanda olan farklı taraflar için karşılıklı diyaloğun gerçekleştirilmesi, gerçekleştirilmemesinden her durumda daha sağlıklıdır.