Son haftalarda patlak veren ve hala devam eden nüfus tartışmaları tüm gürültü patırtıya rağmen hala başladığı noktada. Tartışma açıldığı zaman nüfusu bilmemek üzerinden çıkışlar yapılmıştı. Bugün bir çok açıklama ve havada uçuşan rakamların ardından aslında hala aynı noktadayız. Nüfusumuzu bilmiyoruz. Ve bu bilinmezlik doğallığında ortaya çok net bir döngü çıkartıyor. Dolayısıyla tüm tartışmaların sonucunda elimizdeki en net bilgi ve tüm bu tartışmaların bu döngüyü daha da kuvvetlendirdiğidir. Belirsizlik döngüsü.
Ağustos 2018’de belirsizlik üzerine şöyle yazmıştım: “kktcyi pek çok terimle tanımlayabiliriz. Bunlardan biri de belirsizlik kavramıdır. Fakat belirsizlik bizim toplumumuzda gelip geçici bir durum, bir ara olaylar zinciri veya makus tarihimizdeki bir aşama değildir. Tam tersine belirsizlik kktc rejiminin karakteristlik özelliği, toplumsal var-oluşların ve gündelik hayat akışlarının içine sirayet eden, içselleştirilmiş bir sürekliliktir. Geçici değil kalıcı, parça parça değil bütünsel, zaman zaman değil her zaman, göreceli değil mutlaktır. kktc devletinin kuruluşu dahi bir belirsizlik zemini üzerinden şekillenir. ‘Garantör devlet’ barışı tesis etmek için geldiği Ada’da muazzam bir belirsizlik alanı yaratıp üstüne bir de ‘devlet’ yapısı inşa eder. Aslında bir çeşit olağan üstü hal koşulları inşa edilir. Fakat bu olağan üstü hal, normal hal yerine ikame ettirilen bir bağlamdır. Olağan üstü halin kural olduğu bir yaşam düzlemi!”
Bu paragrafı son haftalarda yaşanana nüfus meselesini düşünerek tekrar okuyabiliriz. Nüfus meselesinde yaşananlar da aslında bir zafiyet, kötü niyet veya gelip geçici bir politik sapma değil, tam da kktc denen mekanizmanın oluşumu gereği yaşanan ucu açık ve içinde pek çok belirsizlik alanı taşıyan yapısal bir sorundur.
Nüfus için sadece sınırları belli bir kara parçasında yaşayan insanlar toplamı demek oldukça basit bir tanımlama olacaktır. Nüfus, politikanın alanıdır. Dolayısıyla iktidarın da alanıdır. Bir yönetimsellik stratejisi, bir iktidar mekanizması nüfus ve ona tabii olan bedenler üzerinde hakimiyet sağlayarak kendisini var eder. Bu da kuşkusuz ilk önce nüfusun bilgisine sahip olmakla gerçekleşir. Daha sonra da o bilgiyi bir yönetim stratejisi geliştirme doğrultusunda kullanmaya.
Tam da geleceğin belirsiz olduğu, toplumsal kimliğin belirsiz olduğu, statümüzün belirsiz olduğu bir politik coğrafyada nüfus gibi temel bir olgunun da belirsiz olması kaçınılmazdır. Burada iktidar ilişkileri yukarıda bahsettiğimin aksine belirsizlik bilgisi üzerinden şekillenmektedir. Toplumsal statünün belirsizliği, Kıbrıs sorununun belirsizliği, geleceğin belirsizliği ve tabiî ki nüfusun belirsizliği. Çünkü bunlardan birinin veya bir kaçını netleşmesi, belirgin bir hal alması demek, belirsizlik döngüsü içinde şekillenen iktidar ilişkilerini olumsuz yönde etkilemek, onun işleyişini aksatmak demektir.
Yukarıda alıntısını yaptığım aynı yazıda şunları belirmişim:
“kktc örneğine gelecek olursak, belirsizliğin mutlak oluşu aynı zamanda buradaki iktidar mekanizmalarının da bu belirsizlikten dolayı bu kadar etkin ve şekillendirici olduğunu ifade edebiliriz. Ordu, polis veya diğer erk biçimleriyle değil, güvencesizlik, belirsizlik ve kaygı üzerinden de bir iktidar mekanizması güçlenmekte ve yenilenmektedir. Dolayısıyla kktcnin belirsizliği ve onun yarattığı belirsiz ilişkiler, hayatlarımızın güvencesizliği ve kaygı oranı iktidarlar için bir sorun değil tam tersi yönetmek için bir araçtır.” https://hasanyikiciblog.wordpress.com/2018/08/06/yonetme-sanati-olarak-belirsizlik-ve-kibrisli-turkler-hasan-yikici/
Bugün sadece nüfus ve güvenlik tartışmalarına dahi baktığımızda Ağustos 2018 tarihinde yazdığım bu yazının şaşırtıcı bir biçimde güncel olaylara nasıl karşılık geldiğini görebiliyoruz. Nüfusun belirsizliğinden kaynaklanan veya bu yönde bir algı yaratılarak pişirilen güvenlik kaygısı ve korkusu günün sonunda MOBESE gibi gözetlemeye ve denetlemeye dayalı iktidar mekanizmalarının tesisine dönüşebilir. Belirsizlik + toplumsal kaygı/korku, güvenlikçi/otoriter bir iktidar mekanizmasını kurulumuna zemin yaratabiliyor. Peki bu da bir nüfus politikası değil mi? Evet tam da biyopolitik anlamda bir nüfus politikasıdır. Fakat ideal veya toplumsal adalet ve huzur üzerinden değil; korku, kaygı ve bu duyguların çok kolayca dönüşebileceği kötücül duygular üzerinden bir nüfus politikası. İnsanların gönüllü olarak MOBESE gibi yeni erk ve tahakküm mekanizmalarını talep ettiği bir toplumda demokrasi kültüründen bahsedemeyiz. Burada zaten artık mesele suçun sosyolojik veya toplumsal anlamda giderilmesi değil, suç ve onun yarattığı duygulanımlar üzerinden yeni iktidar biçimleri tesis etmektir.
Kıbrıslı Türk milliyetçiliği
Nüfus tartışmaları sadece belirsizlik döngüsü veya bunun üzerinden doğan iktidar yönelimleri ile ilgili değil aynı zamanda bir süredir merkez siyasette önemli bir yer kaplayan ve daha da kaplayacak gibi gözüken Kıbrıslı Türk milliyetçiliğine dair de bazı göstergeleri açığa çıkartmakta.
Bunlardan en barizi toplum içinde bir kesimin yabancılara yönelik düşmanca ve ırkçı diyebileceğimizi çıkışlarda bulunması ve bunun sonucunda ortaya ciddi bir nefret söyleminin çıkmasıdır. Artık sadece Türkiyelilere değil, uzak ülkelerden de gelen yabancı işçilere de yabacı düşmanlığına varan tepkiler ve çıkışlara şahit olabiliyoruz.
Ne yazık ki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın konuyla ilgili yaptığı son açıklama da bu tepkiler üzerine tuz biber eken nitelikte:“Değerli bir kardeşimizi sokak ortasında katlettiler. Bir kısım zanlı hala aranıyor. Bunların, üçüncü ülke yurttaşı olduklarını anlıyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Akıncı, herhangi bir hizmet sektörü veya bir köy kahvehanesinde bile üçüncü ülkelerden gelmiş insanların hizmet verdiğine işaret etti ve şöyle devam etti. “Bu söylediğimi bir ırkçılık olarak algılamayın, bu nüfusun sayısı nedir, yapısı nedir, kim nerede ne yapıyor bu toplumun bilme hakkı vardır. Benim üzerinde durduğum, altını çizdiğim budur.”
Bir cümleye “bunu ırkçılık olarak algılamayın” deme ihtiyacı güden biri, o cümlenin ırkçılığa dahi çıkabilecek bir ucu açıklıkta olduğunun da farkında biridir. Fakat bu tür filtrelemeler genellikle ters teper ve tam da o kaygısını güttüğünüz anlamın ortaya çıkmasına neden olur.
Fakat Akıncı’nın bu çıkışının da bilinçli bir şekilde yapıldığını düşünmekteyim. Akıncı, Toplumun duygularını okuyup yorumlayabilen bir Cumhurbaşkanı olarak, Kıbrıslı Türkler içindeki yaygınlaşan korku, kaygı ve öfkenin, yani bir nevi duyguların alanına hitap etmektedir. Kıbrıs sorunu zemininde siyaset yapmanın artık tükendiği bir süreçte, Akıncı’nın bu tavrı anlaşılan o ki “evin içindeki gelişmelere” dair yeni çıkışları da beraberinde getirecek. Fakat burada bir şeyin altını çizmekte fayda var. Kıbrıslı Türk milliyetçiliği bir süredir siyasete egemen olan ideolojik formasyon haline geldi. Soldan da sağdan da çeşitli siyasal konumlaşmalar bu zemin üzerinden şekillenmekte. Bunun en bariz örneğini yine Akıncı’nın çıkışlarında görmekteyiz. Kıbrıslı Rumlara konuşurken de Türkiye liderliğine konuşurken de Akıncı tek bir zemin üzerinden hareket etmekte. Kıbrıslı Türk milliyetçiliği. Türkiye’ye tepki gösterdiğinde solcular, Kıbrıslı Rumlara tepki gösterdiğinde ise sağcılar sevinirken, aslında Akıncı her iki durumda da istikrarlı bir şekilde Kıbrıslı Türk milliyetçiliğinin iki ucu arasında dolanmaktadır. Şu an için bu zeminin hem solunda hem de sağında bir hegemonya ve söylem inşa etmeye çalışmakta, belki seçime hazırlık için belki de yeni kktcnin ideolojik zeminini döşemek için, belki de her ikisi için.
Ama kesin olan bir şey var ki, Tufan Erhürman’nın kktc vurgusu ve başarı hikayeleri araması, Kudret Özersay’ın restorasyon gayesi ve Akıncı’nın devlet odaklı egemenlik vurgusu birbirlerinden farklılaştıkları noktalarla birlikte aynı paralelde seyir etmektedir. Üç isim de aslında aynı hissiyat dünyasının içinde dolanmaktadır. Çünkü sadece yüksek politika alanında değil, gündelik hayat pratikleri ve toplumun duygu-düşünce ve hissiyat dünyası da Kıbrıslı Türk milliyetçiliğine oldukça uygun bir zeminde şekillenmektedir.
Belirsizlik döngüsü
Yaşam için bir politika ve bunu kuracak bir irade olmadığı sürece belirsizlik döngüleri içinde çemberler çizmeye devam edeceğiz.
Bütün gündemler gelip geçiyor. Hayatın gelip geçiciliği adeta gelip geçen akışkan gündemlerle geçiştiriliyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde, çoklu fanuslar diyarında, birbirinden farklılaşan ama farklılaştığı oranda da aynılaşan belirsizlik döngüler içinde gün sayıyoruz. Kaçış çizgilerine ihtiyacımız var. Döngülerden sapacak, uyumdan kaçacak…