“Yeni bir müzik için yeni kulaklar.
En uzaklar için yeni gözler…
Şimdiye kadar sağır kalınmış
doğrular için yeni bir vicdan.”[1]
Müziği Karl Marx “Gerçeğin aynası”; Friedrich Nietzsche, “Hakikâti söyleyen söz”; Sigmund Freud, “Şifresi çözülecek bir metin”; Edgard Varèse, “Organize edilmiş sesler”; Paulo Coelho, “Mucizeler yaratabilirdi”;[2] Pierre Schaeffer, “İnsanın insanı nesneler dilinde tanımlaması” diye betimlerler.
Gerçekten de müzik seslerin mimarisidir; duyguların en açık dilidir; seslerle düşünme sanatıdır; sonsuzluğun anlatımıdır, insanların evrensel dilidir ve ancak hissedebiliyorsam gerçektir.
Müzik sesler aracılığı ile duyguların anlatımıdır; insanlığın anlayabileceği/ anlaşabileceği yegâne dildir.
Müziğin asıl gücü; insanı, hayal dünyasına sürükleyen; vaatler ve umutlar getirip; harekete geçiren yanıdır. “Müzik anıları taşır.”[3]
Paulo Coelho’nun, “Müzik yalnızca bizi rahatlatan ya da alıp götüren bir şey değil, bundan öte bir şey, bir ideoloji. Bir insanın ne tür müzik dinlediğine bak, nasıl biri olduğunu anlarsın,” ifadesindeki “Müzik sadece kültürün önemli bir unsuru değildir, mantığın da parçasıdır; bir düşünce yöntemidir.”[4]
Tükenmeyen/ tüketilemeyendir. Çünkü “Müzik… Sanatsal düşünceyi bütünüyle gerçekleştirir ve bütün diğer sanatlar mütemadiyen ona özenir.”[5]
Anıları uyandırır, çağırır; duyguların açık dilidir. Çünkü “Kelimeler, onlara yaptırmak istediğiniz işleri her zaman beceremezler. O yüzden müzik vardır. Kelimelerin boşa çıktığı zamanlar içindir” O…[6]
“Gerçek şairler, müzisyenler, sanatçılar ve filozoflar arasında inanılmaz bir yakınlık vardır. Her gerçek felsefe aynı zamanda müzik ya da şiir ve resimdir; gerçek resim ise aynı zamanda müzik ve felsefedir. Gerçek şiir ve müzik, ilahi bilgeliğin ve resmin bir türüdür.”[7]
“Müzik, hoş bir fikir ile birleştiğinde şiir olur; ortada bir fikir yoksa yalnızca nağme olur; ahenkten yoksun fikir ise, niteliğinden dolayı, düz yazı olur.”[8]
Ve nihayet müziği, aşk ve isyandan başka bir şeyle anlatmak mümkün değildir.
Eduardo Galeano’nun, “Müzik olmadan hayatı anlamıyorum”;[9] Friedrich Nietzsche’nin, “Müziksiz hayat bir hata olurdu”; Honoré Gabriel Riqueti de Mirabeau’nun, “Bırakın, müzikle öleyim”; Albert Einstein’ın, “Ben sıklıkla müzikle düşünürüm, düşlerimi müzikle yaşarım”; Georgia Cates’in, “Music is what feelings sound like/ Müzik duyguların sesidir”; Şems-i Tebrizi’nin, “Musikinin ritminde bir sır saklıdır”; Martin Luther’in, “Müzik dünyaya hükmeder,” notunu düştükleri müzik canlı bir organizmadır.
Etimolojik olarak “mousa” ve “ikos” sözcüklerinin birleşimiyle oluşmuş bir kelime. Kadim Grekçe’de “mousa” (ilham perisi) sözcüğü ve “ait, ilişkin, teknik” anlamına gelen +ikos” sonekinin bir araya gelmesiyle meydana gelmiş iletişimin en estetik aracıdır.
Tabiri caiz ise, o bir rüyadır, eylem çağrısıdır; bir hissin ifadesi değil, kendisidir. Yani evrensel duygu aktarım dili, duyulabilen, hissedilebilen müzik, hayatın kendisidir.[10]
* * * * *
Biraz daha açarak ilerlersek…
Aldous Huxley’e göre, “Sessizlikten sonra dile getirilemez olanı ifade etmeye en fazla yaklaşan şey, müziktir”. Müziğe yüklediği bu derin anlamın sağlamasını da Shakespeare’in bile kelimelerin kifayetsiz kaldığı durumlarda kalemini bir kenara bıraktığını ve müziğe sığındığını söyleyerek yapar.
Dünyanın her yerinde, hayattaki “en esaslı şeyleri” en iyi anlatan aracın müzik olması pek tesadüf değildir: Aşk ve devrim gibi mesela. Hatta konu onlar olunca anlatmanın da ötesine geçiyor müzik. Aşkın da devrimin de ateşleyicisi şarkılar oluyor, en güzel başlangıçlar şarkılarla yapılıyor.
Hatırlayın: Şili’den 1970 Nisan’ına ait siyah beyaz fotoğraftaki kalabalık sahnede Salvador Allende konuşuyor, arkasında asılı devasa afişte büyük harflerle “şarkısız devrim olmaz” yazıyordu.[11]
Kolay mı?
Jacques Attali’nin de işaret ettiği üzere, “İş gürültüleri, eğlence gürültüleri, yaşam ve doğa gürültüleri; satılmış, satın alınmış, dayatılmış veya yasaklanmış gürültüler; başkaldırı, devrim, öfke ve umutsuzluk gürültüleri… Müzikler ve danslar; yakınmalar ve meydan okumalar… Dünyada tek bir temel eylem yoktur ki, gürültü olmadan gerçekleşsin.” “Bu gürültülerden biri olan müzik, en az lisan kadar eski bir buluştur.”[12]
Ancak ne yazıktır ki kapitalizmin bugününde müzik, kültürel üretim alanında en çok işlem gören bir “meta”dır. Radyolar ve müzik televizyonları neredeyse sürekli olarak müzik endüstrisinin ürünlerini kullanır ve pazarlar. Müzik bir sanat ürünü olmaktan çıkmış bir “mal” olmuştur ve “mal” insanların egemen ideolojiye boyun eğmelerinde bir araç olarak kullanılmaktadır.
* * * * *
Bu tabloda ilerici birikim ve devrimci geleneğe sarılmanın önemi çok büyüktür.
Bu yolda ilk anımsanması gerekenlerden birisi Kütahya’da başlayan hikâyesi Paris’te bir akıl hastanesinde noktalanan ve son 18 yılını suskunlukla geçiren Soghomon Soghomonian Gomidas’dır.
O, Osmanlı döneminde yaşamış, coğrafyamızın yetiştirdiği büyük bir Ermeni müzisyen, besteci, icracı, koro şefiydi…
Tıpkı gerçek kimliği, sanatçı gücü, insanlığa dönük katkıları, uğrunda ödenmiş bedelleri ile tanınan Ermeni kökenli TKP’li Ruhi Su gibi…
Bilmiyor olamazsınız: Bedel ödeyenleri anlamak zaman alıyor! Coğrafyamızda ahı alınmayan aydın, sanatçı kalmamış gibiyken; Âşık Mahzuni de bunlardan birisidir.
Ruhi Su gibi, Âşık Mahsuni Şerif insan(lık)ın kurtuluş mücadelesi verenlerdendir. “Eğer gerçekten halk ozanı iseniz yaşadığınız toplumsal gerçeklere dikkat çekmek ve o acıları paylaşmak zorundasınız,” diyen O; “Devlet sanatçısı teklifi almadınız mı” sorusuna halk ozanı kimliği ile “Devlet benim ödülümü sıkıyönetim dönemlerinde tırnaklarımı çekerek verdi!” diye yanıtlamıştı.
Ya Aşık Veysel ya da Neşet Ertaş ustalardan Fikret Kızılok’lara uzanan halk müziği geleneği ve yaratıcılığı nasıl tarif edilebilir ki?
* * * * *
Karl Marx, “Bireylerin yaşamlarını ortaya koyuş tarzı, onların ne olduklarını çok kesin olarak yansıtır,”[13] saptamasındaki üzere devrimci halk müziğini geçmişten günümüze -Grup Yorum, Grup Munzur, Grup İsyan Ateşi, Ruhi Su Dostlar Korosu, Kardeş Türküler, Şiwan Perwer vd’leriyle- taşıyan süreklilikten söz ederken; Melike Demirağ’ın seslendirdiği söz ve müziği Şanar Yurdatapan’a ait ‘Arkadaş’ı bugün bile hâlâ birbirimize sarılarak söylemez miyiz?
Ya her fırsatta “Öldüğümde değil, yaşarken anlayın beni,” diyen; 16 yaşına afiş astığı için hapsedilen Ahmet Kaya? Ve Yıl 1999, Magazin Derneği ödül töreninden Paris’te ölümüne değin sürdürülen linç kampanyası!
“İki Gözüm Ahmet”i el kapılarının gri gökleri altında, sürgünde kaybettik…
Şimdi hakkında açılan davalar nedeniyle sürgünde olup; “Kırk yıllık sanat hayatım var. Sanatımdan çok hakkımda açılan davalarla gündemde olmam, vatandaşı olduğum ülke için bir utanç nedenidir. Tarihimiz ne yazık ki bu tür örneklerle dolu. Sırf muhalif kimliğinden dolayı hiçbir sanatçı bugün yaşadıklarımı asla yaşamayı hak etmez, etmemelidir. Baskı, yasak ve her türlü ayrımcı uygulamaları olan bir devlet sisteminde, muhalif bir duruşun sahibi olmak zorundasınız zaten. Bu duruşun sahibi bir sanatçı oldum hep,”[14] diyen Ferhat Tunç da sürgünde!
Sürgün… O, devrimci müzisyenlerin yabancısı olmadığı bir zorbalık…
Mesela, “Derdim özgürleşmedir. Hepimiz insanız, dünyaya aidiz… İnsanlar tamam kuşdiliyle konuşuyorlar, söyleyeceklerini gizli kapaklı anlatıyorlar ama bir süre sonra anlatılmaz hâle geldiğinde toplum da bir biçimde dönüşmüş oluyor. Bizim algılamak istemediğimiz şey genel olarak özgürleşmenin çok yavaş bir ilke olması. Bunu hızlandırmak da müziğin, edebiyatın elinde,”[15] diyen Hüsnü Arkan da sürgüne yabancı olmayan müzisyenlerden…
Bir de “Bu devletin bana çok borcu var!” diyen Selda Bağcan…
Ve “Ben bir müzisyenim, Karadenizliyim, hepsinin ötesinde devrimciyim” diyen Kazım Koyuncu…
Sonra Zülfü Livaneli’ye, “Müzik dünyası ikiye ayrılıyor: Atilla’dan önce Attila’dan sonra,”[16] dedirten; Attila Özdemiroğlu…
Bir de “Ben yaşadığımı söyleyen, söylediğini de yaşayan bir insan olmaya çalışıyorum. Rock kültürünün şeklini giyim-kuşam olarak, söylem tarzı olarak farklı algılayanlar var. Rock kültürü; bir nevi muhalif bir kültürdür, her dönemin muhalifi olmak zorundasınız. Rock kültürü onu getirir. Yani Rock kültünün bana öğrettiği tek şey; her dönemin muhalifi olmaktır,”[17] diyen Haluk Levent…
Bunlar olumlular; tersi de var!
* * * * *
Mesela 2 Eylül 2021’de, 96 yaşında kaybettiğimiz -ardında bir alay övgü ve eleştiri bırakan- Mikis Theodorakis ezilenleri birleştiren, onların direnişini besteleyen, cesareti umuda dönüştüren bir mücadeleciydi…
Can Yücel’in onunla ilgili yazdığı ‘Akis’ şiirinde, “Sen çaldıkça Teodorakis/ Bir mor yağıyor üstüme…” dizeleriyle betimlenmesi mümkün olan usta müzisyen, müziğe ve sola adanan hayatı 1925’de Anadolu’nun batı kıyılarına çok yakın bir noktada, Chios-Sakız Adası’nda başladı. Yunanistan’daki Nazi işgalinden Albaylar Cuntası yönetimine, sürgünlerden milletvekilliğine, siyasi olarak da ön planda birisiydi.
Theodorakis’in 2020 yılında Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Genel Sekreteri Dimitris Kuçubas’a yazdığı mektupta, “Hayatımın en olgun yıllarını KKE bayrağı altında geçirmişim. Bu dünyadan komünist olarak göçmek istiyorum,”[18] diyen O, 16 yaşını doldurur doldurmaz siyasi mücadeleye atıldı. 1941 ortalarından 1944 sonlarına dek Yunanistan’ı işgal eden Almanya-İtalya-Bulgaristan triosuna kafa tuttu. Sanatçı işgale kafa tutmanın bedelini 1942 yılında faşist İtalyan işgalci güçleri tarafından tutuklanmasıyla ödedi.
İşgal yıllarına sonlarına dek birçok kez işgal kuvvetlerine esir düştü ve türlü işkencelere tabi tutuldu. Aynı dönemde, sanatçı KKE önderliğinde oluşturulan işgal karşıtı Milli Kurtuluş Cephesi’nin (EAM) üyesi oldu.
İşgal yıllarının sonlarına doğru siyasi aktivizmi müzik eğitimiyle sentezledi. Yunanistan İç Savaşı’nda halk ve emek güçleri safında savaştı. ABD ve İngiltere destekli Kraliyet Hükümetine karşı savaşta Theodorakis 26 Mart 1946’de ölümle burun buruna geldi. Polisin saldırısına maruz kalan sanatçı devlet güçleri tarafından ölü zannedilerek kaderine terk edildi.
Bundan bir yıl sonra, sağlığına yeniden kavuşmasıyla beraber soluğu sürgünde aldı. Sanatçı ilkin İkaria Adası’nda sonrasındaysa Kraliyet Hükümetinin komünistleri sürgün ettiği Markoniso’da sürgün cezasına çaptırıldı. Sürgün yıllarında Theodorakis türlü işkencelere maruz kaldı.
60’lı yıllarda yeni müzik eserlerini yaratırken diğer yandan da ülkesindeki siyasi aktivizmini devam ettirdi. İlk kez milletvekili seçildi.
Yoğun sanatsal ve siyasi faaliyet 21 Nisan 1967’de Albaylar Cuntası’nın Yunanistan’da yönetime el koymasıyla yeniden sekteye uğradı. Cunta ilkin sanatçıyı ev hapsinde tuttu. Theodorakis ise cuntaya cevabını yeraltına inerek ve cunta karşıtı devrimci harekette yer alarak verdi.
Sanatçı devrimci hareketini 1970 sonrasında Paris’te sürdürdü. 1970-1974 döneminde Theodorakis dünyanın birçok yerinde Yunanistan’daki cuntanın gerçek yüzünü tanıtmak için çaba sarf etti.
24 Temmuz 1974’te Albaylar Cuntası’nın devrilmesi sonrasında döndü.
“Hayata gözlere yummadan evvel siyasi aktivizmini ulusalcı sol cenahta sürdürdü. Theodorakis’in son dönemde kullandığı ulusalcı dil Yunanistan sağının ilgisini çekti. Bu şekilde geçtiğimiz dönemlerde ünlü ustayı sürgünlere ve işkencelere tabi tutan siyasi cenah son yıllarda Theodorakis’in hayranları saflarına katılmış oldu.”[19]
“Thedorakis’in Atina’da aşırı sağcıların düzenlediği gösteriye katılarak tekerlekli sandalyesinden “Makedonya geçmişte Yunan’dı, gelecekte de Yunan kalacak” mealinde milliyetçi bir konuşma yapması, onu seven ve sayan herkes gibi beni de hüsrana uğratmıştı.”[20]
Bir de Cem Karaca… Onun solla tanışması Türkiye’nin solla tanışma sürecinden bağımsız değil. Uzun yıllar boyunca solun yasaklandığı yapı 1961’de TİP’in kurulmasıyla birlikte kırılıyor. Bunun kültür-sanat hayatına da yansımaları oluyor.
Cem Karaca, tiyatrocu bir ailenin çocuğu. Annesi ve babası dönemin muhalif çevreleriyle ilişki içinde ve Onu Ruhi Su ile tanıştıran kişi annesi Toto Hanım. Dolayısıyla Cem Karaca, solla doğal bir yapının içinde buluşuyor.
1967’de Emrah ile başlayıp 1978’de Safinaz ile biten dönemi özetlemek, bu süreci Karaca’nın birlikte çalıştığı gruplar ekseninde ele almak gerekir. Apaşlar, Kardaşlar, Moğollar, Dervişan ve Edirdahan…
Apaşlar’dan başlayarak Cem Karaca’nın çalıştığı tüm gruplarda bir isyan hâli var. Ancak isyanın dozu başlarda biraz düşük… Cem Karaca-Apaşlar bir yandan Mahsuni eserlerini yorumlarken diğer yandan Resimdeki Gözyaşları, Bu Son Olsun gibi, sözleri itibariyle 1968 hareketinden beslenen şarkılara imza atıyor.
1970’e geldiğimizde Cem Karaca Kardaşlar’ı kuruyor. Ortaya çıkan ilk şarkı ‘Dadaloğlu’… Ortalığı kasıp kavuruyorlar bu şarkıyla…
Sonrasında ‘Tamirci Çırağı’… ‘Namus Belası’ndan sonra muazzam bir dönüşüm. Arkasından ‘Parka’ ve ‘İhtarname’ ile dönüşüm sürüyor. Sonra memlekette politik rock namına yapılmış en özel işe imza atılıyor ve 1977’de ‘Yoksulluk Kader Olamaz’ albümü yayınlanıyor. Albümde Ahmed Arif, Nâzım Hikmet ve Can Yücel gibi sosyalist şairlerin şiirlerinden bestelenmiş eserlere rastlıyoruz.
Bunun yanında ‘Maden Ocağı’ gibi, bize doğrudan üretim noktasından seslenen şarkılar var. Ardından ‘1 Mayıs Marşı’nı plak olarak yayınlanıyor. Plak, Cem Karaca-Dervişan’ı hedef hâline getiriyor. Konserlerine saldırılıyor, yollarına pusu kuruluyor. Politik gelişmeler müziğin önüne geçince grup dağılıyor.[21]
Ardından sürgün… Cem Karaca 1985’de Almanya’da sürgünde yaşadığı dönemde memlekete dönmek için Turgut Özal ile buluşuyor. Görüşmede Özal’ın elini öptüğü yazılıp çiziliyor…
“Döndüm baba döndüm işte oh be” sözlerinin sonrası malum!
Ve bir zamanlar “Batsın bu dünya”dan -iktidarlar geçici sanatçılar kalıcı gerçeğini unutan- onunla içli dışlı Orhan “Baba”nın traji-komik arabeski…
Sonra da, “Gezi direnişini savunmak terörse ben teröristim… Eğer Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına, Berkin Elvan’a şarkı ithaf etmek terörse, ben teröristim,”[22] diyen, ‘Eylül’de Gel’in, ‘Fabrika Kızı’nın Alpay’ından; Zeki Müren’e saldırıp, “Ölçüsüz tavırlarıyla Türkiye’de kötü örnek olmuştur,”[23] demesi yanında; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a minnettarım,”[24] diye haykıran zat-ı “muhterem”e!
Bir de Erkan Oğur…
Muhafazakâr ve tek adam rejimini savunan antidemokratik bir anlayışın sözcüsü İbrahim Kalın-Erkan Oğur isminin bir şarkıda bile olsa yan yana gelmesi kimi yaralamaz ki?!
İktidarın sözcüsüne destek mi? O da niye!
* * * * *
Evet, müzik gerçeğin değil, müzisyenin de aynasıdır!
Müziğin sesi gittikçe kısılırken; müziğin hakkını veren müzisyenler de Pınar Aydınlar gibi “Şarkısız devrim olmaz,” gerçeğinin parçaları olmalıdırlar…
Başka bir yol da yok!
8 Eylül 2021, 10:53:32, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] Görüş, Ekim 2021…
[1] Friedrich Nietzsche, Deccal, Say Yay., çev: Ayça Kaya, 2020.
[2] Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor, çev: Haldun Pamir, Can Yay., 2010, s.81.
[3] Arundhati Roy, Küçük Şeylerin Tanrısı, çev: İlknur Özdemir, Can Yay.,, 2006, s.141
[4] İlber Ortaylı, Bir Ömür Nasıl Yaşanır?, Kronik Yay., 2019, s.206.
[5] Oscar Wilde, Yalnız Sıkıcı İnsanlar Kahvaltıda Parıldar, çev: Özlem Alkan Karakuş, Can Yay., 2020.
[6] Patrick Rothfuss, Bilge Adamın Korkusu, çev: Cihan Karamancı, İthaki Yay., 2011.
[7] Giordano Bruno, Aktaran: Fırat İlim, Ölümümü Bildirirken Siz Benden Daha Çok Korkuyorsunuz, Destek Yay., 2020.
[8] Edgar Allan Poe, Karanlıktır İnsanın Ruhu, çev: Rumeysa Nur Ercan, Aylak Adam Yay., 2017.
[9] Eduardo Galeano, Kadınlar, çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2017, s.89.
[10] “Müzik; Kürdün ruhu, ruh hâli, tarih ve kimliğinin dili, geçmişinin mükemmel anlatıcısı ve geleceğinin umududur. Okuma yazması acımasızca engellenen Kürt, kendini, duygularını ve yaşadıklarını müzik aracılığıyla anlatır.” (Mehmed Uzun, Ölüm Meleğiyle Randevu, İthaki Yay., 2008, s.147.)
[11] Semiha Durak, “Yarım Kalan Şarkı”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:740, 15 Mayıs 2021, s.11.
[12] Jacques Attali, Gürültüden Müziğe, çev: Gülüş Gülcügil, Ayrıntı Yay., 2005, s.13-14.
[13] Karl Marx-Friedrich Engels, [Feuerbach], çev: Sevim Belli, çev: Sol Yay., 1976, s.20.
[14] Mehmet Elma, “Ülkesizlik Üşütüyor Mücadele Isıtıyor”, Yeni Yaşam, 14 Ocak 2021, s.9.
[15] Nezahat Doğan, “Hüsnü Arkan: Özgürlük İçin Yol Bulmalıyız”, Yeni Yaşam, 1 Mart 2021, s.10.
[16] Doğan Hızlan, “Atilla Özdemiroğlu’nun Anısına”, Hürriyet, 16 Ağustos 2020, s.16.
[17] Işıl Çalışkan, “Haluk Levent: En Güzel Şarkılarımı Daha Söylemedim”, Birgün, 11 Mayıs 2021, s.15.
[18] “Theodorakis: Bu Dünyadan Komünist Olarak Göçmek İstiyorum”, 2 Eylül 2021… https://www.gazeteduvar.com.tr/mikis-theodorakis-bu-dunyadan-komunist-olarak-gocmek-istiyorum-haber-1533689
[19] Nikolaos Stelyanstelya, “Theodorakis: Sola ve Müziğe Adanan Bir Ömür”, 2 Eylül 2021… https://www.gazeteduvar.com.tr/mikis-theodorakis-sola-ve-muzige-adanan-bir-omur-haber-1533626
[20] Necati Sönmez, “Sanatçının Ölümü”, 3 Eylül 2021… https://yeniyasamgazetesi2.com/sanatcinin-olumu/
[21] Can Uğur, “Mehmet Atilla Güler: Cem Karaca, Zamanının Ötesinde İşlere İmza Attı”, Birgün, 8 Şubat 2018, s.2.
[22] Anıl Mert Özsoy, “Alpay’dan ‘Terör’ Açıklaması: Deniz Gezmiş’e, Berkin Elvan’a Şarkı İthaf Etmek Terörse Ben Teröristim”… https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/06/04/alpaydan-teror-aciklamasi-deniz-gezmise-berkin-elvana-sarki-ithaf-etmek-terorse-ben-teroristim/
[23] “Zeki Müren’e Yönelik Alpay’dan Çirkin Sözler: Türk Sanat Müziği’ni Katletti”, 22 Şubat 2021… https://www.avrupademokrat.com/zeki-murene-yonelik-alpaydan-cirkin-sozler-turk-sanat-muzigini-katletti/
[24] https://www.sabah.com.tr/gundem/2020/07/06/cumhurbaskanina-minnettarim-deyince-lince-maruz-kaldi