Bu makale ilk kez 4 Temmuz tarihinde Avrupa Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yaşar Kemal, Gülhane Parkının denize bakan yüzünde, güzel, yaşlı, görkemli ağaçların, çiçeklerin arasında, Topkapı Sarayı’nın önündeki Çemberlitaş gibi upuzun sütunu, işte o kapıyı kendine mekân tutmuştu. Yağmurda falan, kapının da üstü azıcık da olsa kapalı, yatağının ıslanma olasılığı yok, yatağı da gazete kâğıtlarından kalın bir döşekti. Parkta yatıp kalkıyordu. Orhan Kemal’de eşi ve iki çocuğuyla Teğmen İzzetin Kasımpaşa’daki evinin balkonunda kalıyordu.
Son parasıyla köprü altından üç tane olta satın almış, Sarayburnu’nda balık tutmaya, köprü altında satmaya başlamış, bir maltız, bir torbada kömür almış, derken bir gün Orhan Kemal gelmiş, ona taze balık ikram etmişti. Park bekçileriyle arası iyiydi. Yağmurlu günlerde parkta yatmazsa bekçiler gazeteden yatağını çıvgınlardan koruyor, geceleri de anasının verdiği muşamba torbaya kafasını koyup uyuyordu.
Mayıs ayı, saat tam 12’de Lebon Pastanesinin önündeydi. Yaşar Kemal heyecanlıydı, Arif Dino ile buluşacaklar, onu Cumhuriyet gazetesine, Nadir Nadi’nin yanına götürecekti. Arif Dino Yaşar Kemal için çifte kavrulmuş heykel gibi derdi ama Yaşar Kemal’in sakalları uzamış, kapkara saçları karmakarış, ayağındaki lastik kapkara olmuş, içlerinden parmakları dışarı uğramış, mavi gömleğinin havı dökülmüş, yer yer beyazı çıkmış, beyaz pantolonu kapkara, bir deri bir kemik, üfürsen yıkılacak gibiydi fakat.
İlk öyküsü ‘Bebek’in dili zengin mi zengindi…
Yanında yine anasının verdiği muşamba torba vardı.
Behçet Kemal ve Arif Dino onu bu haliyle görünce:
“Sen istersen bizimle gelme. Beni saat beşte Kristal kahvesinde bekle demişti.”
Fakat Yaşar Kemal’in Bebek hikâyesinin zengin bir dille yazıldığını onlarda biliyorlardı. Köyün sert gerçekliğini anlatan Bebek ve Pis Hikâye yıllar sonra Yaşar Kemal’in tek öykü kitabı olan Sarı Sıcak’ın içine girecekti.
Saat beşi iple çekiyordu Yaşar. Arif Bey beşi on geçe Kristalin önünde gözükünce yanına koşmuş:
“Bu iş tamam, Nadir sana mektup yazacak.” demişti. Adres olarak parkta kaldığı yeri verecek değildi ya, Maya Galerisi’nin adresini vermişti.
Maya Galerisi, İstanbul’da belki de ilk açılmış resim galerisiydi. Parkta yatıp kalkan Yaşar haftada bir kez mutlaka oraya uğrar, Kuzgun Acar, Sait Faik, Mengü Ertel ve Sabahattin Eyüboğlu ile Maya’nın üst katında oturuyor, uzunca konuşuyorlar, anasının verdiği muşamba torba yine yanındaydı.
Cumhuriyet gazetesinin bekçisi Tahsin Amca’nın gözüne elindeki muşamba torbayla dilenci gibi görünmüştü ama sonunda, Bebek hikâyesi gazetede tefrika edilmiş, gazeteye röportaj yapmak için alınmıştı. Odada iki büklüm, elinde anasının verdiği muşamba torbası, Nadir Nadi konuşuyor, onun dili tutulmuş, Nadi ona bin beş yüz lira verdirtmiş, köprü altındaki arkadaşlarına onar lira dağıttığı gibi Küçük Sahne’de oynayan Fareler ve İnsanlar oyununun son gününe koşturmuştu. Bilet yoktu. Yirmi lira vereyim dese de olmamış, gişedeki kara kuru kızı da aşmış, güvenlik Tahir Ağa ile bağırışa çekişe fuayeye girmişti. Neyse ki Küçük Sahnenin Müdürü Galip Sandı ortak dostları hatırına ona çekmecesinden kendi biletini çıkarıp vermişti.
Daha önce tuvalette saçlarını bir iyice taramış, kendine çekidüzen vermeye çalışmıştı ama ne fayda, gene dökülüyordu. Tiyatro’ya girmiş, sanki bütün salon ona bakıyordu. Galip Sanın verdiği koltuk da ön sırada değil miymiş. O zamanlar İstanbul hanımları şapka giyiyorlardı. Şapkalarında da birer renkli tüyler vardı ki, yarımşar metre. En öne, iki uzun tüy arasına büzülüp kalmıştı. Nadir Nadi’nin yanında, tiyatro dâhil her yerde anasının verdiği muşamba torbası hep yanındaydı…