Kim ne derse desin eski heyecanı hissedemiyoruz. Kıbrıs Sorunu herkesin en önemli sorunuyken, çözüm olacağına dair inanç da tahmin edilenden düşük.
Bu sessizliğe tepki olarak Çözüm ve Barış Platformunu oluşturan 47 örgütün ilk adımı atmasıyla bir hareketlenme olduğunu belirtmekte yarar var. Ancak hala daha sorunun sonuçlandırılmasına yönelik gündelik hayattaki insanların arzusu istenilen seviyede değil.
Bir Karış Toprak Vermeyükcüler bir tarafta “Hele bir planı görelim da sonracılar” diğer tarafta şüpheci söylemin hegemonyasını güçlendiriyor. Uluslararası hukuk ve politikanın jargonlarını sevenler ise aynı ezberi tekrarlarken, statükoyu muhafaza etmekten ileriye gittiklerini söyleyebilmek zor.
Muhtemelen bu akşam önce Anastasiadis ardından da Akıncı’nın simültane çeviri ile yapacağı açıklamalar bu gecenin gündemini belirleyecek. Bu bağlamda, esas tartışmadan uzaklaştıracak açıklamalara takılmadan Mont Pelerin’de dananın kuyruğunun kopacağı noktaya kadar ne olacağını anlatmakta yarar var.
İlk iki gün liderler yakınlaşma sağlanan dört konuda (Mülkiyet, Yönetim ve Güç Paylaşımı, Ekonomi ve AB) ileri adımlar atmaya çalışacak. Geriye kalan noktaları da orada kapatmaya çalışacaklar.
Üçüncü gün ise haritalar masaya gelmeden önce toprak konusunun ilkelerinde anlaşacaklar. Bu ilkeler içerisinde muhtemelen olacak olan a) yüzdelikler ve b) iade edilecek toprakta ikamet edecek Kıbrıslı Rumların sayısı üzerinde bir tartışma olacak.
Eğer bu konularda ilkesel bir anlaşma gerçekleşirse dördüncü gün önce çoklu zirvenin tarihi belirlenecek ve masaya harita gelecek. Harita pazarlığı yapılıp, federal kıbrıs’ın yeni biçiminde anlaşma sağlanırsa, çoklu zirve tarihi duyurularak son aşamaya geçilecek.
Ancak bu toprak pazarlığı konusunda (ve ilişkilendirildiği mülkiyet konusunda) süregiden durumu bir kez daha analiz etmekte yarar var. Çünkü bu kadar büyütülen meseleye rakamlarla bakmanın sağlıklı olacağına inanıyorum.
Herkesin bildiği bir nokta, Kıbrıs Türk tarafının %29 civarında bir toprak ayarlaması ile tatmin olacağı biçimindedir. Bu noktada elinde bulundurduğu %36 toprağın bir kısmını siyasi hakları için iade edecektir.
Aynı zamanda Kıbrıs Türk tarafı elinde bulundurduğu toprağın yanında 1 milyon 500 bin dönüm Kıbrıslı Rumlara ait mülk bulundurmaktadır. Bunun karşılığında ise 500 bin dönüm mülkü güneyde bırakmıştır.
Çözümün mülkiyet bacağındaki çözümün iki bölgeliliği oluşturabilecek nitelikte olması için güneyde bırakılan yarım milyon dönümün yerine, yarım milyon kuzeyde bırakılan toprağın takası öngörülmektedir.
Geriye kalan bir milyon dönüm ise, kilometre kare cinsinden 1000 kilometre kareye yani adanın %10.8’ine denk gelmektedir. Bu kalan alanın yarısı, yani %5.4’lük bölümünün yeşil hat civarındaki bölgeler, askeri bölgeler ve kullanılmayan alanlar olduğunu kabul edebiliriz. Bunun iadesi ile birlikte mülkiyet ve toprakla ilgili büyük bir problem daha çözülmüş olacaktır. Bu bölgelerin iadesi ile birlikte Kıbrıs Türk parça devletinin alanı %30.6 civarında olarak hesaplanabilir.
%29 civarına inebilecek esnekliğe sahip olduğumuz Denktaş tarafından teyit edildiğini düşündüğümüzde, toprak ile ilgili hala daha iade edilmesi gereken %1 ile %3 arasında bir alan olduğunu kalanının ise tazminat ile çözülebileceğini söyleyebiliriz. Bu noktada mali yük ile iadenin yaratacağı meseleler arasında bir dengeden söz ediyoruz ve aslında toprak boyutunda bahsettiğimiz alan 462 kilometre kareyi geçmeyen bir bölgeyi kapsamaktadır. Bunun pazarlık unsuru olduğunu ve bir kısmının tazminat ile çözüleceğini düşündüğümüzde ise toplam alan %3 oranında yani 277 km2 civarında bir alanı kapsamaktadır.
Bu noktada adanın bir yerinde, insanların yaşadığı alanların iade edilerek bunun hem mülkiyet hem de toprak sorunun çözümüne yardımcı olması gerekmektedir. Bu bölgenin adı işte haritalar masaya geldiği 4. Gün yapılacak olan pazarlıkta ortaya çıkacak.
277 kilometre karelik toprak parçasının, bundan sonraki geleceğimizin garantisi olduğunu düşünerek Mont Pelerin’e bakmamız gerekiyor. Bunun için ara formüller ile de (federal kantonal idare, federal birim) uzlaşı yolu bulunabilir. Ancak her ne olursa olsun, buradaki toprak iadesi hem miktar hem de alan olarak Kıbrıslı Rumların mülkiyet ilişkileri ile birlikte ele alındığında bir anlam ifade edecektir.
1974’de “fazladan” alındığı kabul edilen toprağın amacının ihtiyaç değil, siyasi hakların geri alınabilmesi, etkin bir federal yapının kurulabilmesi için yapıldığı iddia edilir.
Bu noktada politik eşitlik, dönüşümlü başkanlık ve federal birimlere etkin katılımın sağlandığı koşullarda toprağın pazarlık değerine ulaşıldığını hatırlatmakta yarar vardır.
Pazarlık değerinin üzerinden yapılacak bir işlemle kurulacak ortaklıkta, ortağı “kazıklamanın” ise sorun çıkaracağını son kez vurgulamakta yarar var.
Nihayetinde, Mont Pelerin’de iki tarafın da makul önerilerle hareket edeceğini umuyorum. Süreci bir tarafın diğer tarafa sağladığı bir üstünlük olarak değil, tüm Kıbrıslıların zaferi olarak hatırlanması dileğiyle…