Platon ‘Devlet’ isimli eserinde sadece içinde yaşadığı toplum için değil, bütün insanlık için geçerli, tanrısal özelliklere sahip değişmez bir yönetim şekli arayışına girişmişti. Tasarladığı tanrısal düzenin sürekliliğinin de, ideaların bilgisini kavrayabilen filozof yöneticilerle sağlanacağını düşünmüştü.
En bozuk yönetim şekli olarak da tiranlığı göstermişti. Platon’a göre tiran, filozofların aksine, ruhun en alt basamağını oluşturan iştah (nefs) peşinde, dünyevi ‘şey’lerle uğraşan, aklın erdemi olan bilgeliği önemsemeyen, peşinde koştuğu nesne her ne ise ona ulaşmak için her yolu deneyebilen ve mübah sayabilen kişidir. Halkına sunabileceği de bu ‘şey’ler, öğretebileceği ise de bu ‘şey’lere ulaşma yollarıdır.
Kökeni Grekçe tyranos kelimesinden türemiş tiran kelimesi, günümüzde de siyasi bağlamı dışında, zorba, gaddar, acımasız, kendini ve istediklerini sözde anlayışlı bir biçimde dayatan anlamıyla da kullanılmakta ve bir insan, yönetici yahut ebeveyn tipini de tanımlamaktadır.
Çocuklarını yapmak istedikleri şeylerden alıkoyan, ressam olmak isteyen çocuğuna “Sana resim yapma demiyorum, tabii ki yap ama meslek olarak değil, hobi olarak yap” diyen, ressamlığı dünyevi ‘şey’ lere ulaşmakla ilgili engel olarak gören ve bu müdahalenin, çocuğun kendini gerçekleştirmesini engellemek olduğunu kayrayamayan ebeveyn, tiranik bir tutum sergilemektedir.
Bir ekşi sözlük yazarı tiranlığı; “Yeni bir ekonomi modeli kurar ve zenginik kendi yakınlarından, uzaktakilere doğru bir hiyerarşi ile yayılır. Tiranların dostu olanlar mutlu, dostu olmayanlar mutsuzdur. Tiranlıkların yeni inanç, ahlak, hakaret, tasnif kriterleri vardır, uymayan yanar. Terör kriterleri bambaşkadır, bazen gülmek bazen ise ağlamamak terördür. Tiranlıklarda inançları eleştirenlere gereken ders verilir” şeklinde tanımlamış.
Tabiri caizse bir tiranlıklıkta barınamayan gazeteci Cüneyt Özdemir bir dönem ABD’de yaşamış ve oradan, internet üzerinden yaptığı yayınlarla mesleğini icra etmiş biri. Dünyayı ilgilendiren Doğu Akdeniz ve Maraş gündemleri nedeniyle önce Akıncı’yı, ertesi gün de Tatar’ı konuk etti. Ekim’e kadar diğer adayları da konuk edecek.
Programda, Maraş aslında kimin projesiydi topunu, Tatar-Özersay çekişmesine paslayan Akıncı, bol bol tiranlık ile kişisel ilişkileri merakına hizmet eden sorularla karşılaştı. Soru soran da, cevaplayan da tiran zulmünden müzdarip müstehzi gülümsemelerle, o bürokratik dile rağmen yaşanan hezeyanı gizleyemedi. Akıncı hem Türkiye ile iki eşit ülkeyiz dedi, hem de meslektaşı ile direkt görüşmediğinin, ‘elçi’ vasıtasıyla temas kurduklarının altını çizdi. Tiranlıkların ağzını sulandıran Doğu Akdeniz doğalgazının doğal yararlanıcısı olduğunu da söyledi. ‘Arap’ lafı etmeden görece mağrur tavrını korudu. Ressam olamayacağını kabullenmiş ancak resim yapmaktan vazgeçmeyeceğini ebeveynine bildiren çocuk misali…
Tatar ise aslında Maraş’ın kendi projesi olduğunu söyleyerek girdi konuya ve yaranmayı içselleştirmesinden olacak, Show Tv yöneticiliğine falan değindi. Dersine çalışmış, Akıncı’nın bir önceki gün yaptığı programı dinlemişti ve tiran dostu olduğunu, elçi dolayımıyla değil, Çavuşoğlu ile direkt görüştüğünün altını çize çize bir hal oldu. ‘Tiranlığın yeni inanç, ahlak, hakaret, tasnif kriterlerine uyduğunu’, biat kültürünü devam ettireceğini söyledi özetle. Ne resimle, ne ressamlıkla alakası olmayan, köşedeki inşaattan topladığı küçük mermer parçalarını seksek oynayan arkadaşlarına para karşılığı satan, büyüdüğünde zengin olmak isteyen çocuk misali…
Belki Platon’un ‘Devlet’ine misal, tanrısal özelliklere sahip, kralı olan tatlı bir ülke var: Bhutan… Meraklısına…