Bu yazı ilk kez 18 Temmuz’da Avrupa Gazetesi’nde yayımlandı.
Herkes tersini düşünür. Her yere, her şeye sirayet ettiğini, Erdoğan’ın Türkiye’de arzu ettiği ne varsa yaptığını düşünür. Güçlü olduğunu düşünür. Oysa doğru değildir. Erdoğan kendisinin Türkiye’de yapamadığını Kıbrıs’ta yapma derdinde.
Eğer Erdoğan, Kıbrıs’ta Kıbrıslıların öznesini gerçekleştirmesine katkı yapmak isteseydi, kendisiyle ilgisi olmayan bir süreci, tamamen Kıbrıslıların seçtiği bir süreci benimseseydi eğer, hiçbir katkısı olmayan şeyle içi coşsaydı, kendi yapmadığıyla gururlansa, hoşlaşsaydı eğer, işte o duygunun olması lazımdı. Aslında olması gereken oydu.
Erdoğan Kıbrıs’ta benim de katkım var dediği için, kendini de övmeye başlıyordu. Hâlbuki bu Erdoğan’ın Kıbrıs’taki uzantısı olmuyor. Türkiye ile Kıbrıs arasında bir boşluk yaratıldığının kanıtı, hatta Türkiye’nin Kıbrıs’ın garantörü olması yerine Kıbrıs ile Türkiye arasında boşluğun garantörü olduğunun kanıtıydı.
Eğer Kıbrıslı Türkler hiç var olmayacaklarmış gibi yaşasaydı olmazdı. Var olmayacak olsalardı çok coşkusuz olurdular. Bir iş yapmaya üşenirdiler. Ne yapacaklarsa, üfff, yarın yaparım, bin yıl sonra yaparım, zaman geçmiyor, kaybedeceğim bir şey yok, elbet bir gün yaparım derlerdi. Eğer Kıbrıslı Türkler yarın yok olacakmış gibi yaşasaydı da olmazdı. Kaygıdan ve korkudan bir şey yapamazdılar. Birazdan yok olacağım diye bir şey yapamazdılar. Eğer bu ikisini tek başına, ayrı ayrı yaşayacak olsalardı, büyük bir travma ve acı içinde yaşarlardı.
Ancak her ikisini de aynı anda yaşayacak olsalar var olabilirlerdi. Çünkü hem hiç ölmeyecekmiş gibi hem de yarın ölecekmiş gibi yaşamak gerekirdi. “Orus, nuto ve moribundus” isimli bir hikâye var. Biri sonsuz yaşama mâhkum diğeri her gün ölmeye, iki insanın hikâyesini anlatır.
Umulur ki, kişi kendi seçsin. Korkuları sebebiyle seçiyordu insan. Hatta birçok sebebiyle seçerdi. Beklentileri nedeniyle, dayatıldığı için seçer insan. Başka türlüsünü düşünmekten korktuğu için, öyle öğrendiği için seçer insan.
Oysa Kıbrıslı Türkler kendilerine inanmaz. Sebebi de, eğer kendilerine inanırlarsa, bir başkasının kendileri ya da kendilerinin dünyadaki yeri hakkında, olaylara bakış açısını etkileyen tüm düşüncelerinin belirleyici olacağını düşünürler.
Kalplerine atılan bir düğüm olarak görürler kendilerine inancı. Kalbin düğümlenmesi demek, başka türlü bakamam demektir. Oysa Kıbrıslı Türkler, başka türlü bakma derdindedir.
Kıbrıslı Türkler yahut kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa, kendilerine samimiyetle inanma derdindedir.
İşte bu, kendi yaşam tarzlarına, gönülden bağlanmak anlamına gelir.
Kıbrıslılar bütüncüldür. Kalplerini düğümlerinden çözerler. Açık tutarlar. Büyük bir teslim oluş peşindedirler. Ona iyi buna kötü demek gibi dertleri yoktur. Kabullenişleri kolaydır. Kalpleri açıktır.
İnsanın bariz bu yönde teslim olması daha bütüne bakması demekti. Kıbrslılar kendini daha küçük bir yere yerleştirip, bütünün parçası olmakla ilgili bir yerde hissetmek isterler. Mütevazılıkları da buna sebeptir.
İnanç tehlikelidir. İyi olan kendine samimiyetle inanma, kendi yaşam tarzına gönülden bağlanmaktır.
Geniş, kollarını açmış, her şeyi kapsayan, daha yargısız, korkusuz, daha coşkulu, görkemli şeyler önerir Kıbrıslılar.
İnsan değiştirmeye muktedirdir. Kendi küçük çevresinden başlar. O meşhur şiir var ya;
Bir mıh bir nal kurtarır,
Bir nal bir at kurtarır,
Bir at bir yiğit kurtarır,
Bir yiğit bir ordu kurtarır,
Bir ordu bir ülke kurtarır.
İtiraz kâr olmak, isyan etmek çok kıymetli bir bilgidir.
Rollo May; “İsyan özgürlüğe giden ara bölgedir”, derdi.
Sürekli isyan ettiğimizde hani ergen gibiyizdir. Ama ergenlik aynı zamanda kişinin yetişkin, olgun bir birey olmasına giden yolda ara bölgedir demek istemişti.
İsyan etmek, itiraz etmek, rahatsız olmak, öfke duymak, çaresizliğini fark etmek, kıymetli ve kudretlidir.
Muktedir bazen insan yaşarken olmaz, fakat çabası devam eder insanın.
Erdoğan hayatın tümünü çözmeye çalışmasın. Her şeyi hallettiğini zannetmesin. Kendisini her şeye muktedir zannetmesin. Düşebileceğini bilsin.
Sokrates’in kitabı yoktur. İyi bir felsefi metnin en iyi yaptığı şey sorular sormaktır. Bilimin yaptığı şey soru sormaktır. Sanatın yaptığı şey soru sormaktır.
Kazmaktır. Anlamaya çalışmaktır. Politika ve siyaset bu yüzyılda sadece birilerini anlayarak, taraf olarak, oy yaratmak değildir. Bu yüzyılda siyaset ve politika, bulma manyaklığından vazgeçmektir.
Erdoğan’la başa çıkabilmek için, kendi içimizdeki karanlıkla barışık olalım ki, kudretimiz olsun. İnsanın melek kanatları da vardır, şeytani kuyruğu da.
Çünkü hiç bilmediği şeyle uğraşır insan kötülükle baş ederken.
Korkarsın zaten kötülükle baş ederken, kaçarsın. Bunlar da yöntemdir aslında ama pek de baş etmiş olamazsın.
Erdoğan’a kötülük dediğin şeyin aletlerini, manevralarını, kullandığı araçları, birazcık kendi içinde de bilmen lazım.
Aksi takdirde siner insan.
Çünkü iyi olmak seçmekten geçer. Pür iyi kimse değildir.
Erdoğan ile Kıbrıslılar bir yarışa girse. Bir yerden bir yere gitmek isteselerdi. Erdoğan’ın hayatında insanları eze eze gitmek var. İşte o zaman baş edemezsin. Oysa sen yarışı kazanmak için bunu aklına bile getiremiyorsun. İşte sen insanları her şartta ezmeyeceğini bilsen de, onun bunu aklına getireceğini bileceksin.
Yaşamda müthiş olan da budur. Erdoğan’ın kaybetme olasılığı yok, Kıbrıslıların kaybetme olasılığı var.
Kıbrıslılar ölmez, yok olmaz kaybederlerse eğer. En fazla muhalefete düşerler. Fakat Erdoğan gibi muhalefete düşme özgürlüğün yoksa korkun varsa, muhalefete düştüğün zaman sadece muhalefete düşmüyorsan eğer, sadece ikincil kalmıyorsan, varlığın, her şeyin sorgulanır derecede yargılanacaksan, çok korkuyorsundur.
Bu seni çok olasılıksız kılar.
Onun için de zaten insanları eze eze gidersin bitiş çizgisine.
Fakat bu aynı zamanda senin kudretsiz tarafındır.
Oysa Kıbrıslıların başka olasılığı var. Kaybetme olasılığı var. Ne güzel. Ölmezler ki, yok olmazlar.
Kıbrıslıların kaybedişinin ardından bir pislikleri çıkmaz. En fazla bir konuda bugün kaybeder, yarın kazanırlar.
Kaybetmeyi geçtim. Kıbrıslıların özür dileme özgürlükleri var. Öyle bir kudretleri var.
Yanlış yaptım, affedersiniz, özür dilerim, tazmin etmem lazım bir hata yaptım size, istifa ediyorum, nasıl da kudretlidir.
Kıbrıslılar esnektir. Hemen kırılıp dökülmezler. Eksik olma kudretleri vardır.
Erdoğan çok kırılgandır. Eksik yapmamam lazım diye düşünür. Çok sayılmasını ister. Hep onun seçilmesi lazımdır. Çok acıklı ve hüzünlüdür hayatı. Kıbrıslı Türkler onun bu düşüncelerine sahip olsaydı, geceleri uyuyamazdı.
İnsan doğrunun peşinde mi yoksa kendine doğru görünenin peşinde mi, bu sorunun cevabını kendi içinde bilir insan. İnsan kendisine bu sorunun cevabını verir.
Çünkü insan kendine dair bir şeyin onu beslediği için kendine doğru göründüğünü bilir.
Öfke de öyledir. Hiçbir zaman birincil duygu değildir. Birincil duygu incindiğimiz, kendimizi değersiz hissetmemizdir. Öfkeli davranırız. Çünkü öfkeyi kudret ağlamayı güçsüzlük olarak görürüz. Yapamadım diyeni, çaresiz hissetim diyeni yetersiz zannediyor, öfkeliyi kudretli buluyoruz. İncindiğimizi, o an kendimizi değersiz hissettiğimizi söyleyemeyiz. Hâlbuki söylesek bizi duyarlar…
Oysa bağırmak, öfkelenmek, sindirmek çok çaresizdir çok cılızdır.