Geçtiğimiz Pazar günü, seçmenin %43’ü oy kullanmadı. Açıkçası bu düşük katılımı pandemiye bağlamayanlardan, telesekretere konuşamayanlardanım. Nitekim, ‘normal’ hayat olanca sıkıcılığıyla devam etmekte. Şüphesiz seçmen de, pozitif vaka sayılarını kabul edilebilir bulmakta, fiziksel mesafesiyle, dezenfektanıyla ve maskeleriyle okulları, devlet dairelerini, cafeleri doldurmakta evelallah.
Niyetim ‘aslında seçmen ne demek istedi’ retoriği olmasa da Cumhurbaşkanlığı seçimlerine direkt ve fütursuz müdahale üzerine biraz düşünmek fena olmaz.
Gerçekçi olup imkansızı isteyenlerin makus kaderidir hayal kurmak. Kendimi de bu güruha meyledenlerden addettiğimden olsa gerek, Özgür Gazete haberiyle birlikte, seçimlere direkt müdahalenin ete kemiğe bürünmesi sonrası, ismi bir doğa olayıyla müsemma adayımızın, seçimlerden çekilerek ciddi bir dayanışma göstermesini, yapılmayanı yapmasını, hatta dört gözle, facebook profil fotoğrafını ‘Cevap Akıncı’ şeklinde değiştirmesini beklemiştim.
“Toplum belli bir düzeye ulaştığı zaman insanlarda hayale dayanan umutlar kalkar. Umut düzen bozukluğunun bir simgesidir.” der Yılmaz Güney, meşhur Umut filmine dair. Orhan Veli’yi güzel havalar mahvettiyse, beni de bu düzen bozukluğu hayalperest yapmıştır, zira söz konusu adayımızdan ve partisinden şöyle tumturaklı, ezber bozan bir dayanışma beklerken, “cık cık cık” içerikli bir facebook enry’si ile yetinmek durumunda kaldık. Açıkçası ikinci tura tehir edilen dayanışma mesajları kekremsi bir tat bıraktı ağızlarda. “Doğrukarartatar demediniz, aferin” mi bekliyordunuz ikinci turda… İyi ki hoca değilim, yoksa bu olurdu notum: “Oturun, sıfır”.
Abartılı ironi bir yana; elbette, malumun ilanı da olsa, geç de olsa, eninde sonunda da olsa, resmiyet kazanmış dayanışma sayesinde, biatla özdeşleşmiş, prompter dahi okumaktan aciz, ekoseli ceket taklitçisinin KKTCB plakayı kapamayacak olması sadece biraz gönül rahatlatıcıdır. Seçilecek Cumhurbaşkanının, olabildiğince kibarca TC’ye kafa tutmak ve samimiyetle federasyon istemek dışında, yön verici bir etkisi olmadığını, “bizleri kurtaracak olanın kendi kollarımız” olduğunu düşünenlerdenim. İşte tam da bu alıntıdaki ‘kendi’ ve ‘biz’ kavramlarına sahip çıkılması gerektiğini düşündüğümden, halkların kardeşliğine olan inancımdan, bu kafa tutuşu önemsiyor ve destekliyorum.
Yoksa, adına reel siyaset denilen zamazingo, dünyanın her yerinde gelecek umudu pompalayıp duruyor. Son Cumhurbaşkanı da yaptı bunu, yenisi de, ki yine de umalım aynısı olsun, yapacak. Ancak Kıbrıs’ın kuzeyindeki durum maalesef, reel siyasetin çirkin varlığına dahi olanak tanımıyor. Bunları bile mumla arıyoruz. Vaat duymak, balık hafızasıyla yarışır hafızalarımızla hemencecik unutmak istiyoruz lakin, heyhaat, bu bile yok. Yetinmek durumunda kaldıklarımız trajikomik…
Aslında tek bir şey söylemek istiyoruz: Kıbrıs’ın kuzeyinden elini çek! Açıkçası benim başkaca bir nedenim yok… Sonuç umutlandırmayacak da… Bir cevap verilmeli ancak bu cevabın ‘gereklilik’ten öte hiçbir anlamı da yok bana göre. Bu gerekliliğe sembolik bir anlam dahi atfetmeyenleri, yani %43’ün önemli bir bölümünü yukarıda bahsettiğim hayalperest beklentim belki harekete geçirebilirdi.
Yine de, hem bu cevabı olabildiğince kolektif bir biçimde vermeli, hem de bu cevapla yetinmemeliyiz diye düşünüyorum. Çünkü aksi, rasyonellikten uzak umut ediş, gazozumuza ilaç oluyor, başımıza gelmeyen de kalmıyor.
Ezber bozmaya, siyasetle felsefenin açılan arasını kapatmaya acil ihtiyaç var. Bu, yeni bir eylem dilini de beraberinde getirecektir. Biraz akıl çalıştırsak bile statükonun, içi boş sol ve sağ söylemlerle değişmeyeceği ortada. Hali hazırda mevcut partiler, statüko karşıtlarına ortak bir çatı oluşturamıyor, görünen köy kılavuz istemiyor, kılavuzu karga olanın burnu falan filan…
Zaten statükocuların keyifleri yerinde. Düşünmeye, daha da çok düşünmeye, ezber bozmaya, yeni bir eylem dili geliştirmeye, yeni bir araya gelişlere ihtiyacı olanlar statüko karşıtları. Hiç mayoz mitoz bölünmelere girmeden, ille benim partiye gel demeden, 80 sene sonrasının olası fikir ayrılıklarını hiç gündeme getirmeden, kurtarıcı peşinde koşmadan, ‘siz Türkiyelileri sevmiyorsunuz’ topuna hiç girmeden, bu soruyu ciddiye alıp cevap dahi vermeden; hiç denenmemişi denemeye, ciddi ciddi ezber bozmaya, sadece statüko karşıtlığı üzerinden “ne yapmalı” sorusuna birlikte yanıt aramaya, birbirimize yaslanmaya, omuz omuza vermeye, her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.
Mesela koalisyon aritmetiklerinden vazgeçerek başlayalım işe… Denenmemişi deneyelim, yapılmayanı yapalım… Hayal kuralım mesela… Annan Planı dönemini, Halil Karapaşaoğlu şiirini hatırlayalım sonra… Mırıldanalım Moğollar’dan “Bi şey Yapmalı” diye bi şarkı, mesela… Ve bir Gezi sloganı düşsün aklımıza: Faşizme karşı bacak omuza…
Mesela…