Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin Türkiye ve Kıbrıs’taki iktidar partilerinden gelen tepkileri “demokrasi ve özgürlükler zarar görüyor” şeklinde genel yargılarla geçiştirmek değil, farklı disiplinler temelinde ve analitik bakış açısıyla değerlendirmenin önemli olduğu kanaatindeyim.
Siyaset boyutunda
Kuzey Kıbrıs’ın meselelerini Türkiye’ye gammazlayıp fırsatçılık yapan ve yandaşlık üzerinden prim yapmaya çalışan siyasetçilerin ve siyasi partilerin her zaman var oldukları, ancak sayılarının son 1 yılda (Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin ardından) maksimum düzeye ulaştığı görülmüştür. Öte yandan Kıbrıs’ta “iki ayrı devlet olalım” söylemine sahip anlayışın, hangi konuda olursa olsun, aslında güneye karşı devlet, Türkiye’ye karşı vilayet olmaya razı olabildiği, bu durumun normalleştirildiği söylenmelidir.
İletişim boyutunda
Yalan haber üretmenin ne kadar kolay olduğu ve tehlikeli sonuçlarının olabileceği net bir şekilde görülmüştür. Anayasa Mahkemesi kararıyla herhangi bir şey yasaklanmış değildir; Kuran-ı Kerim ve hafızlık eğitimini üstlenen Kıbrıs’taki Din İşleri Komisyonunun, Devletin gözetim ve denetimi ile eşdeğer olmadığına karar verilmiştir. (Bkz. Yenidüzen Gazetesi).
Eğitim boyutunda
Pedagojik formasyonu olmayan, bir başka deyişle eğitimle uzaktan yakından alakalı olmayan (ne idüğü belirsiz!) kişi ve kurumların kolaylıkla eğitimci kimliğine bürünmek istedikleri ve öğretmenlik mesleğinin değersizleştirilebileceği ortaya çıkmıştır. Din eğitimi konusunda, diğer alanlardan farklı olarak ilahi bir gücün olması yeterlidir bu zihniyete göre.
Din ve vicdan özgürlüğü boyutunda
Laikliğin bu coğrafyada kanayan bir yara olduğu, halen daha anlaşılmadığı, hatta çatıştırdığı ve kutuplaştırdığı ortadadır. Türkiye’de ve elbette Kıbrıs’ta belli bir kesimin açık ya da gizli bir şekilde dinle devlet işlerini karıştırmaya tevessül ettiği ve dini siyasete alet etmekte ısrarcı olduğu; buna karşın belli bir kesimin de geçmişten hiç ders almamışçasına din ve vicdan özgürlüğüne gerçek anlamda zarar veren yasakçı zihniyette direttiği net bir şekilde görülmüştür.
Hukuk boyutunda
En tehlikelisi de budur işte… Milletvekilli ya da cumhurbaşkanı olurken yemin edilir ve o yeminde hukukun üstünlüğü vardır. Öyle bir dönemi yaşıyoruz, öyle bir güç zehirlenmesi ve anlayışla karşı karşıyız ki, sözü edilen yemin de sözde kalır, yargıya ayar da çekilir ve hiç çekinilmeden yargı mensupları herkesin gözü önünde tehdit de edilir. Artık yargının bağımsızlığı tartışılır hale gelmiştir. Maske düşer, kral çıplaktır.