Masanın dili ile barış kurulmaz.
Kurulamaz!
Tarafların kemikleşmiş pozisyonları üzerinden neşredecek bir anlaşma olması için bir tarafın diğer tarafa “taviz” vermesini gerektirir. Masadan kalkıp kaçma tiyatrosu bu yüzdendir.
Taviz verecek olan, ülkemizdeki Kıbrıslı Türk yada Kıbrıslı Rum gerici unsurların hışmına uğramak demektir.
Çoğunluktan oy alma arzusu olan, daha geniş iktidar hedefleri olan yapılanmaların, siyaseti kutuplaştırmamak birinci göreviyken taviz falan veremezler.
Kıbrıs sorununu masa dilinden anlatmak isteyen herkes, kendini bir biçimde bir tarafın sözcüsü olarak bulur. Masanın dili statükoyu tekrarlayarak mevcut durumu yeniden yaratma görevidir. Masadan kurtulamayan bir anlayış bu ülkede barış kuramaz. Masanın dilini çoğaltmak, gerici akla hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.
Peki masa ne işe yarar ?
Elbette, masa çözüm yaratıcı olabilir.
Çözüm yaratıcı olması ise içsel dinamiklerin yerine dışsal dinamiklerle birlikte, gerektirdiğinde sunulacak olan “çözümü”, sıradan insanlara satma göreviyle sınırlı bir alandan ibarettir. Onun dışında gündelik hayatta aklımızı zehirlemeye yarar.
Bu yüzden Kıbrıslı Rum gerici anlayış doğalgaz konusunun masaya gelmemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Kıbrıslı Türk gerici anlayışı ise kendini özne olarak kurmak yerine, Kıbrıslı Rumlara karşı bir öteki yaratma gayesindedir.
Doğalgaz masaya gelirse, tek başıan çözüm yaratıcı bir önlem olabilir. Doğalgaz kaynaklarımız Avrupa siyasalarını önümüzdeki 50 yıl etkileyecek kadar güçlü ise bunu tek başına Kıbrıslıların karar vermesine kimse olanak sağlamak istemez. Kıbrıslı Türklerin hayali kaygılarının bir anlamı kalmaz.
Doğalgaz sadece borudan gelerek odaları ısıtacak bir meta değildir. Endüstriyel üretimin ve Avrupa kapitalizminin sürekliliği ve küresel statükonun devamlılığının garantisidir. İş bu kaynakların kime, nasıl dağılacağı tahmin edebilirsiniz ki küreselleşme çağında adanın %29’luk alanında bir enklav yaratma zihniyetinden ileriye gidemeyenlere bırakılacak bir tutuma girilmez.
Tahmin edebilirsiniz ki; dünyanın 501 milyon kilometerkaresine yayılmış insan türünün bir grubunun, kendinden farklı olmayan varlıklara set koyarak, kendi enklavı içat etme arzusunu “sarih çoğunluk” diye dile getirdiği söylencesinde makul ve anlaşılır olması mümkün değildir. İçerideki gericilere bunu kabullendirmek için hukuki perspektifler ortaya konuluyor sadece, pratik değişmiyor.
Kaba bir araştırma 2013 yılında Avrupa’nın 1,6 trilyon dolarlık küresel enerji piyasasının %24’ünü oluşturduğunu söylüyor. Başka bir deyişle Avrupa’nın yıllık enerji tüketimi 400 milyar dolar civarındadır. Gayri safi yurtiçi hasılası 4 milyar dolar bile olmayan Kuzey Kıbrıs’taki seçkinlerin ortaya koyduğu “güvenlik” mi yoksa tüm avrupanın “enerji güvenliği” mi sorusu arasında kaldığımızda talebimiz ne kadar anlamlı olacaktır?
Masanın tezleri artık çoğu aktörün işine gelmiyor. Bu yüzden çözüm içerde sindirilirken, bu sefer dışsal bir gereklilik olarak gündeme geliyor.
Bunca yıldır barış yapacağına inandığımız masa, içsel değil dışsal dinamikler söz konusu olunca statükoyu korumaktan vazgeçip adım atmak zorunda kalıyor. Gelen baskılara reaksiyon oluşturmak zorunda kalıyor.
Doğalgaz işi öngörüldüğü gibi gidecekse, bir noktada bu kadar zamandır dillendirdiğimiz resmi pozisyonların değişmesi gerektiğini söylenecektir. Biraz tiyatro oynanacak ancak büyük biraderlerin önceliklerine takoz koyamayacağımızı hatırlatılacak.
İşte o anda, değere bindiğimizin farkına varırsak, hayali korkular ve hayali ihtiyaçlar yerine gerçek ihtiyaçlar üzerinden hayata dönük talepleri ortaya koymayı seçebiliriz.
Gevşekliği, esnekliği ve geçirgenliğini tartışacağımız bir model aslında bizim bölgesel ihtiyaçlara uyumlaştırılmış yeni dünyamızı belirleyecek.
Adına da “çözüm” denecek…
Böyle bir çözüm de ailesinde kayıplar olan insanları hayata döndürmeyecek….
Adadaki ölüm ve intikam deliliğini çözemeyecek…
Çünkü masa çözüm yapar ama barış yapamaz.
Bunu yapmaya muktedir değildir.
Masa, ülvi çıkar oyununda yurtseverliğin en yozlaşmış halidir. Derdi, bu ülkede kök salmak isteyen bir insanın gözyaşlarına deva olmak değil; parametrelere göre kazanan tarafta olmak ve lüks hotelin lobisinde en şık kıyafetleriyle şarap tokuşturmaktır.
İnsanlığın en değerli arzusunun “özgürlük” olduğunu bildiğimiz halde, kapalı bir iktidar alanı yaratmak özgürlüğün anti-tezidir.
Belki bir süre daha bizi oyalar ama son kertede tutmaz!…