Yeryüzünde büyük bir buhran var…
İnsan, büyük bir yıkımın içinde…
Dünyanın sonunun geldiğine dair alarmlar veriliyor…
Mekân algısı alt üst olmuş durumda…
Simülasyonlarla birlikte sanal mekânların içinde varlığını sürdürüyor insan…
İnsan bedeni başkalaşma içinde…
Bu durum, bedenin yıkımı veya mekanikleşerek yeni insanın yaratımı olarak da yorumlanabilir…
Tanrıların sonu geliyor…
İnsan dediğimiz varlık sonsuzlaşma arifesinde…
Japonya, yapay organ üretimi üzerine yasaklanmış araştırmaları, yasağı kaldırarak tekrar başlattı…
Makine-insan yani siborgların yüzyılına girmiş bulunmaktayız…
Yapay zekâ hayatımızın bir parçası…
Evler, fabrikalar, arabalar akıllı sistemlerle donatılmış…
Eşyanın akılla buluştuğu bir dönem…
2012 yılında Endüstri 4.0 egemenler tarafından ilan edildi…
Üretim, internet üzerinden birbirine bağlı sistemlerle gerçekleşiyor…
İnsan, üretim ilişkilerinden kopartılıp, yerini yapay zekâya bırakıyor…
Dijital kültür bütün algıları değiştirmiş…
Alışkanlıklar yerini başka bağımlılıklara bırakmış…
Bütün bunlara bağlı olarak yapay zekâ, belirli aplikasyonlarla sanatın içine girmiş…
Yapay zekâ, şiir ve roman yazabilir durumda…
Karşımızda hâlâ anlamaya çalıştığımız ve uzun bir süre çözümlemeye çalışacağımız yeni bir yaşam var…
* * *
Endüstri 1, 2,3’e kadar ezilenler, egemenlere karşı örgütlülüğünü korumuş, direniş göstererek Kapitalizmi devirmiş ya da devirme uğraşı içinde olmuştur…
Üretim ilişkilerinin bu denli kökten değişmesi, ezilenlerin üretim ilişkilerinden mekânsal anlamda kopartılarak, yalnız üretime geçmesi, örgütlü harekete büyük bir darbe vurmuştur…
Yani işçiler internet üzerinden, birbirinden habersiz, farklı mekânlarda, üretimin bir parçası haline gelmektedir…
İnsanlar, internet üzerinden yemek siparişi vermekte…
Sevgili sitelerinden partner bulmakta…
Market ve diğer eşyaların alış verişini yapmakta…
Sanal kütüphaneler, sanal oyun odaları oluşmakta…
Üniversitelerde online eğitim programları başlatmaktadır…
İnsanlar sanal mekânların içinde ötekilerin hayatını izlemekte…
Jean Baudrillard’ın televizyon için kullandığı simulasyon evreni başka bir noktaya taşınmış durumdadır…
Jean Baudrillard, insanların televizyonda bir reklam filmiyle, dünyanın bir yerinde ortaya çıkan savaşı aynı duyarsızlıkla izlediğini anlatmıştı…
Dijital kültürle birlikte bu durum daha da içselleştirilmiştir…
Bilim ne kadar gelişme gösterirse göstersin, ezilenlere metafizik üzerine kurulu bir yaşam verilmektedir…
İnsanlar, hayatlarının iyileştirilmesini, ruhlarının iyileştirilmesiyle, yaşadıkları problemlerden arınacaklarını düşünmektedirler…
* * *
Diğer yandan, Sivil Toplum Örgütleri (STÖ)’nin sayısı her geçen gün artmaktadır…
Toplumun sivil toplum örgütleri üzerinden örgütlenmesi desteklenmekte, bu örgütlere fonlar akıtılmaktadır…
Eğitim, sağlık, ekoloji, hayvan hakları, queer, kadın çalışmaları alanlarında sivil toplum örgütleri ülkemizde de bulunmaktadır…
Bu STÖ’lerde birçok arkadaşımız iş güvencesi, gelecek garantisi olmadan, bazılarının sosyal sigortası bile yatmadan çalışmakta, ekmek paralarını, sırf sevdikleri işi yapmak için bu alanlarda kazanmaya çalışmaktadır…
Hayvan hakları için STÖ’lerde mücadele edenler, kendi çalışma koşullarıyla ilgili herhangi bir mücadele içinde olmamakta, kendi çalışma koşullarını bile mesele edinmemektedir…
Bir queerin kimliğinin ötekileştirilmemesi için mücadele verilirken, queer olan dostumuzun iş yerinde patronu tarafından sömürülmesi gündeme bile gelmemekte, bu durum meşrulaştırılmaktadır…
Mülteci hakları bilmem kaç para harcanarak oteller de verilen yemeklerde konuşulmaktadır…
Bu STÖ’lerde çalışan arkadaşlarımız iki yıl veya 4 yıl sonra nerede çalışacaklarını, nasıl bir hayat kuracaklarını, emekliliklerinin olup olmayacağını bilmeden çalışmaktadır…
Neo-liberalizm, sermayenin devlet kontrolünden çıkmasını talep eder…
Sermaye ve üretim koşullarını, kendilerinin istedikleri gibi belirlemelerini ister…
Sermayenin özgürce dolaşması, denetime tabi tutulmamasını talep eder…
Bu durum, kültürel ve ideolojik alanda, devlet hiçbir şeye karışmasın, STÖ’lerle, bizler devletin yetişemediği alanlarda çalışmalar yaparız, anlayışına tezahür eder…
Devletsiz toplum komünistler için önemli bir düştür…
Devletsiz toplum, komünistler için sınıfsız toplumdur…
Özel mülkiyetin, sömürünün ortadan kalkması demektir…
Ezilenlerin tamamen özgürleşmesi, demektir başka bir değişle…
İktidarın, orduların, polislerin olmadığı bir dünya demektir…
İkisini ayırmak gerekmektedir…
Bugün, yaşadığımız koşullarda, sağlık, eğitim, kadın, ekoloji, hayvan, queer hakları devlet tarafından verilmelidir… Bu yönde yapılacak, farkındalık yaratacak çalışmalar devlet tarafından yapılmalıdır. Devlet gerekirse, bu alanlarda daireler oluşturmalı, bakanlıklar kurmalıdır. Burada çalışan dostlarımız, iş güvencesi, iş garantisi sağlanarak istihdam edilmelidir…
Her şeyden önce bizler bunu talep etmeliyiz…
Emek mücadelesi bu alanlarla buluşmalı, bu alanlar emek mücadelesini de mücadele alanının merkezine almalıdır…
* * *
Marksizm öldü mü?
Marksizm çağın sorunlarına cevap veremiyor mu?
Marksizm’in en temel öğretilerinden biri diyalektik materyalizmdir…
Kabaca maddenin sürekli değişim halinde olduğunu, bilimsel olarak, bu değişimi tekrar tekrar anlamaya çalışarak, yorumlamak gerektiğini anlatır…
Karşımızda buhran içinde, umutsuz, anlamı yitirmiş yeni bir toplum, yeni bir insanlık vardır…
Üretim ilişkileri sanayi devriminden bu yana çok değişmiştir…
Dünyadaki Marksistler bu yeni üretim ilişkilerini anlamaya çalışmakta, buna karşı yeni yöntemler geliştirme uğraşındadır…
Dünyadaki şu anki örgütsüzlüğün önemli bir nedeni budur…
Yeni araçlar, yeni yöntemler hâlâ bulunamamıştır…
Bu bir geçiş sürecidir. Bizler bu geçiş sürecinin içinde yaşamaktayız…
Bu çaresizliğin tek nedeni, üretim ilişkilerinin hiç olmadığı kadar farklı bir şekilde ortaya çıkmasıdır…
Bu koşullarda, umutsuz ve anlamsız hissetmek doğaldır ancak bunun bir sebebi vardır…
Antonio Gramsci’nin öğretisinde olduğu gibi ezilenlerin aydınları bunun üstesinden, tarihin her döneminde gelmiş olduğu gibi yine gelecektir…
Sınıflar oldukça, işçilerin ürettiği artı değer sömürüldükçe, yaşama hakkımız sermaye grupları tarafından alındıkça, savaşlar devam ettikçe, iktidar oldukça, sınıfsız topluma geçilmedikçe, ekoloji talan oldukça Marksizm hep olacaktır…
Marksizm tek bir koşulda, ezilenlerin özgürleşme aracı olarak ortadan kalkar…
Sınıfsız, sömürüsüz, iktidarsız, devletsiz topluma geçtiğimizde olabilir bu ancak…
Bu yazı 29 Ağustos 2019 tarihli Afrika gazetesinde yayınlandı.