Planlama makamı Şehir Planlama Dairesi (ŞPD), Mağusa kenti ve çevresi (Mağusa-Yeni Boğaziçi-İskele) için 1989 yılında yürürlüğe giren İmar Yasasının gereklerinden biri olan bölgesel düzeydeki İmar planı çalışmalarını sürdürürken bir emirnameye ihtiyaç duymuş ve bunun yasal zorunluluğu gereği “halk için bilgilendirme” toplantısı düzenledi. Bu toplantı aynı zamanda kentlerin planlama süreçlerinin katılımcılık yönünü de yerine getiren bir enstrüman olarak görülebilir. Belli ki bu emirname ihtiyacı, ŞPD’nin imar planını arzu edilen zamanda tamamlayamayacağı, dolayısıyla plan tamamlanana kadar “plansız” gelişmenin önüne geçme isteğinden doğmuş görünüyor. Bahse konu toplantı beklenenden hararetli ve hareketli geçmiş, katılımcıların ekseriyeti emirnamenin ve ŞPD’nin menfi yönünde görüş bildirmişler.
Emirnamenin içeriğini bir kenara bırakarak, üst ölçekli kent planlarının ana unsuru olan katılımcılığın hem güncel hem de genel anlamda üzerinde durmakta fayda var. Bilgilendirme toplantısı ile demokratik bir hak olan halkın katılımı yerine getirilmiş midir? Bölge halkı farklı kesimleri ile katılım sağlayıp fikirlerini duyurma şansı yakalayabilmiş midir? Bu sorulara müspet cevap vermek mümkün değildir. Geniş anlamda katılım sağlanmış ve katılımcılar sözlerini söyleyebilmiş olsalardı dahi, sadece bir toplantı süresi içerisinde gerçek anlamda katılımcılıktan söz etmek mümkün değildir. Bu toplantıya katılarak fikir beyan edenlerin önemli bir kısmı inşaat sektörü temsilcileri ve Gramsci’den alıntılayarak “organik aydınlar” diyebileceğimiz mimar ve mühendislerdi. Bu insan manzarası bize katılımcılık anlamında tek yönlü bir görüntü sunarken, sadece belli bir sınıfın sesini duymuş olduk. Bu anlamada katılımcılıktan söz etmek mümkün değildir.
Kent bağlamında katılımcılıktan bahsedecek olursak, katılımcılık yerine kent bilimci Henri Lefebvre’nin literatüre kazandırdığı “kent hakkı” terminolojisini kullanmak kentin doğası gereği daha doğru olacaktır. Tarih boyunca kentler insanlık tarafından şekillendirilirken, aynı zamanda tam tersi olarak kentler de insanların hayatlarını hem sosyolojik hem de psikolojik olarak şekillendirmişlerdir. Uydu kentlerde, apartmanlarda, sitelerde doğadan uzak steril bir ortamda yaşamak ile; doğa ile barışık, sosyalleşmenin, kamusal alanların olduğu bir mahalle ortamında yaşamak, insan hayatını muhakkak farklı şekillendirir. Mekân her anlamda kent insanını şekillendirir. İnsan haklarının kent düzlemimdeki ifadesi olan kent hakkı da, insanın kendini istediği gibi tamamlamasına olanak verir. Böylece kentte yaşayan insanlar, kent üzerine söz söyleyerek, kenti şekillendirerek arzu ettiği kişiliğe ve hayata sahip olur. Kent hakkı istisnasız kentte yaşayan ve kenti kullanan tüm canlıların olmalıdır aynı zamanda. Öyle ki, insanoğlu/kızına karşı kendini koruyamayan hayvanlar, bitkiler ve doğa içinde söz söylemeliyiz. Genel anlamda insanın insanla ve insanın doğayla olan ilişkisini gerçekleştirmek için de ortak alanların ve/veya kamusal alanların çoğalmasında fayda vardır.
Kent hakkına uygun olarak arzu edilen imar planı ortaya çıkana kadar, söz konusu emirnamenin geçici bir çözüm olarak ortaya çıktığı ortadadır. Günümüzde plansız, altyapıdan bihaber ve aşkın bir ekonomik arza dayalı sağlıksız gelişen bir Mağusa kenti karşımızdadır. Talepten bağımsız şekillenen arz, Kıbrıs’ın her iki yarısında binleri aşan yarım inşaatların, boş konutların ve hayalet sitelerin oluşmasına sebep olmuştur. Buna rağmen bu inşaat furyasının düşük gelirli vatandaşların konut edinmesine yol açmamış, konut sorunu apaçık bile şekilde görünürlüğünü sürdüre gelmiştir.
Bunun yerine, ekonomik rantın değil konut ihtiyacının esas alındığı, doğayla barışık, ortak alanlarında insanların sosyalleştiği ve sırrı kent hakkında saklı bir kent hedef alınmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için, öncelikle belli sınıf ve kesimlerin egemen olacağı bir katılım değil, kentte yaşayan ve kenti kullanan her canlının kent hakkının uygulanacağı yol ve yöntemler hayata geçirilerek kent planları hazırlanmalıdır.