Bölgemizdeki denge ve denklemler, Ortadoğu’da etkin rol alma hesaplarının belirlediği stratejiler üzerinden, yeniden şekilleniyor. Öyle bir şekillenme ki, sorunun salt Ortadoğu coğrafyasıyla sınırlı olmadığını açıkça gösteriyor.
Kapitalizmin kendi tıkanmışlığına çare bulamaması ve bunalımının gittikçe derinleşmesi sonucunda; hemen hemen tüm ülkelerde, ‘’corona virüsü’’ de bahane edilerek, sosyal haklara kısıtlamalar getirilirken, aksine savaş sanayisine ve silahlanmaya yapılan harcamalarda herhangi bir kısıtlamaya gidilmiyor… Ancak bu durum; İşsizlik, esaret ve gelecek kaygısıyla yoğrulmuş yeni nesillerde potansiyel isyankar bir ortam oluşturuyor… Böylesi bir potansiyelin önümüzdeki dönemde dengeleri oldukça etkileyecek olması şimdiden endişe yaratıyor…
Hem anlaşılacağı, hem de bazılarının hiçbir zaman anlayamayacağı gibi ; başlangıçtaki ‘’Arap baharı’’ ; açlığa, sefalete, adaletsizliklere ve diktatörlüklere karşı alternatifsiz bir karşı koyuşu içerisinde barındırıyordu. Bunu, Tunus’ta, Mısırda, Suriye’de ve Bahreyin’de… gördük. Ne var ki , ‘’Arap baharı’’, ‘’Arap baharına’’ karşı olmuş ve emperyalist bir proje olarak karşımıza çıkmıştır. Bu konuda çok şeyler yazdık…
Uyduruk ‘’Arap baharı’’ sürecinin içerisinde, IŞİD anlayışının, alternatif bir model olamayacağı kısa sürede görüldü. Emperyalistler adına, enerji kaynaklarının sömürü ve yol haritalarında, sağlıklı bir ortam oluşturamayacağı netleşince, IŞİD faktöründe şekil değişikliğine gidilmişti…Tabi ki, Suriye’nin direnişi, Tahrir olayları, bölgede Kürtlerin de bir özne olarak kabul görülmeye başlaması, Tunus’taki ve Yemendeki gelişmeler de buna etken olmuştur. Bu süreçte, Suriye odaklı ‘’Arap baharı’’ hikayesi ve Büyük Ortadoğu Projesi başarısızlığa uğramıştır. Ancak emperyalist projelerin sonu gelmemiş, çatışması bitmemiştir. Suriye’de istediklerini elde edemeyen ABD, Rusya ve Batı Bloğu, Libya’yı yeniden ön plana çıkartmıştır. Böylece Irak, Mısır, Suriye , Libya, İsrail, Türkiye ve Kıbrıs, enerji kaynaklarında söz sahibi olmayı hedeflerken ; herhangi bir gücün, bu hedefler bahanesi ile, birini diğerine karşı koz olarak kullanması durumu da açıktan açığa ortaya çıkmıştır. Örneğin bize en yakın ve bizi en çok etkilediği bağlamında Türkiye’yi örnek verecek olursak. Türkiye’nin İdlip olayındaki hedefleri, Suriye ve Iraktaki Kürtlerin konum ve statüleri ile ilintilidir. Irak ve Suriye’deki gelişmeler, Türkiye’nin Libya’daki konumu ile de doğrudan ilintilidir. Irak, Suriye ve Libya’daki konumlanış, Kıbrıs’ın bölgesel rolünün belirlenmesi ile bağlantılıdır. Çünkü, Kıbrıs, Türkiye’nin bölgeye konumlanışını ve çıkarlarını bütünleyici bir rol oynamaktadır. Türkiye’nin, Libya ve Suriye’de bulunma ve bölgesel etki gücünü artırma hedefi, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki, enerji ve enerji yol haritaları üzerindeki rolü düşünüldüğünde, Kıbrıs olmadan gerçekleşemez… Benzer şekilde, bölge ve Doğu Akdeniz’le ilgili devletlerin çıkarları açısından, Kıbrıs’ın durumu ve rolü hemen hemen aynıdır.
Eskiden Kıbrıs için, İngiltere’nin ‘’batmayan savaş ve uçak gemisi’’ denirdi. Şimdi ise yaşadığımız bu ‘’barış ortamında!’’ Kıbrıs; İngiltere’nin, ABD’nin, Türkiye’nin, Yunanistan’ın, Rusya’nın, Fransa’nın ‘’batmayan her türlü savaş gemisi’’ oldu…
Böylesi bir süreçte ve son dönemlerde Ortadoğu’daki gelişmelere baktığımızda kimin eli kimin cebinde pek belli olmayan, karmaşık bir düzen söz konusu. Bölgede, ABD-Batı Bloğu-Rusya çatışmasının yarattığı ‘’derin boşluklar’’ var. Bu boşlukları en iyi dolduran, ekonomik ve siyasi etki gücüyle İran olmuştur. Yine de , dengelerdeki boşlukları kullanarak, bölgesel etki güçlerini artırarak, yeni denkleme etkin bir şekilde katılmak isteyen, Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve İsrail var. Bu devletler, ABD ve Rusya’nın bölgedeki sömürü ağları çatışmasında, birbirlerine üstünlük sağlayamamalarının yaratığı boşluğu kullanarak, hem birbirleriyle çatışarak, hem de zaman zaman birlikte hareket ederek sürekli oradan oraya savruluyorlar. Ancak, özünde ABD tarafında yer alıyorlar…
Sürekli dengelerin değiştiği , bu çok bilinmeyenli denklemde, Suriye’nin, Libya’nın, Irak’ın ve Kıbrıs’ın geleceğinin ve konumunun, en çok iç içe geçtiği ve en çok pazarlık konusu yapıldığı bir dönemi yaşıyoruz.
Kıbrıs her zaman için Ortadoğu’nun bir sorunu olmuştur. Ancak, hiç bu kadar açıktan açığa işin içinde olmamıştı. Bugün, Yeni Suriye’nin oluşum sürecine bağlı olarak; ‘’İdlip sorunu’’ ve Suriye’deki Kürt yapılanması ile; ayrıca Libya’daki hesaplaşma ve Libya’daki yeni oluşum süreci ile, bu kadar işin içine sokulmamıştı. Her zaman dediğimi bir kez daha söylemekte fayda var. Kıbrıs’taki düzenleme süreci (ki bu çözüm veya barış süreci kesinlikle değildir); Suriye , Libya ve Irak’taki düzenleme süreçleri ile iç içe girmiştir. Özellikle Libya ve Suriye’deki düzenleme Kıbrıs’taki düzenleme ile paraleldir. Birbirini tamamlayacak ve dengeleyecek şekilde birlikte organize edilecektir.
Bu bağlamda, özellikle Suriye ve Libya’daki gelişmeler karşısında duyarsız ve tarafsız kalanların, taraf olamayanların, Kıbrıs konusunda da sözüm ona ‘’barışçıl !’’ ahkam kesmeye hakları yoktur.