Geçenlerde Sosyal Medya’da Kıbrıslı bir kadın ile Türkiyeli bir erkeğin düğünü ile ilgili yapılan bir paylaşıma rastladım. Paylaşılan fotoğraflarda çiftin hem imam hem resmi nikah yaptıkları gözüküyordu. Özellikle paylaşımın altında dönen küçük çaplı tartışmalar ilgimi çekti. Birçok kişi Kıbrıs’ta imam nikahı yapılmasını yadırgadı, alaycı tepkiler de verdi. Bunun Kıbrıslılıkla bağdaşmadığına dair yorumlar yazıldı. Bu yazıyı yazmaya bu tepkilere şahit olunca karar verdim çünkü bunları masaya yatırırsak ortaya iki sonuç çıkıyor: Birincisi, Kıbrıslı Türk toplumunun din ile ilişkisine yapılan müdahaleler Kıbrıslılar arasında ciddi tepki topluyor. İkincisi, Kıbrıslı Türk toplumunda din, Türkiye’deki kutuplaşmanın da etkisiyle giderek laik-muhafazakar ayrımı üzerinden algılanıyor.
Kıbrıslılar bugün dünyadaki en laik Müslümanlar arasında anılıyor. Bu durum Türkiye’de ilgi çekiyor ve bazı akademik çalışmalara da konu oluyor. Bu akademik çalışmaların sunduğu sonuç ve önerilerden anlaşılan o ki, din ile meşgul olan belirli çevrelerde Kıbrıslı Türk toplumunun dini hayatını sistematik olarak inceleme ve değiştirme yönünde bir vizyon mevcut. Örneğin, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 2011 yılında Kıbrıslı Türklerin dini hayatını inceleyen bir çalışma yapılmış. Çalışmanın paylaşılan sonuçlarına göre Kıbrıslıların dini bilgisinin Türkiye’ye göre “zayıf” olduğu ve “din eğitiminin Kıbrıs’ta ihmal edilmiş” olduğu vurgulanmış. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde 2017 yılında tamamlanan bir doktora tezi de Kıbrıslı Türklerin dini hayatını incelemiş. Tez sonuçları arasında şöyle deniyor: “Bu insanlara (Kıbrıslı Türklere) dini ve tarihlerinin, kültürlerinin öğretilmesi lazım, değerlerinin öğretilmesi lazım. Din burada önemli bir çimento vazifesi görebilir ama doğru bir şekilde öğretilmesi şartıyla.” Doktora tezi Kıbrıslıların dışarıdan gelen müdahalelere olan tepkisinin bilincinde olarak, dini bilgiyi artırmaya yönelik atılmış adımlarda Kıbrıslıların dışlanmadan sürece dahil edilmeleri gerektiğini söylüyor. Buradan da Kıbrıslı Türk toplumunda bir dönüşüm sağlanması için neler yapılması gerektiğine dair akıl yürütüldüğünü görüyoruz.
Hali hazırda dinin yer edinmesi için atılan adımlar biliniyor: 2000’li yılların başından itibaren görevlisi bulunmayan camilere görevli atanması, Türkiye’den din kültürü öğretmenlerinin getirtilmesi, düzenlenen kuran kursları, ve İlahiyat Kolejinin kurulması bunlar arasında. Yukarıda bahsi geçen akıl, bu kurslarda ve kolejde Kıbrıslı ailelerin çocuklarının katılımının sınırlı olduğunun da farkında. Yine de Kıbrıs’ta doğup büyümüş Türkiye kökenli öğrencilerin buralarda eğitim almasının kendi hedefleri doğrultusunda yararlı olduğu görüşü hakim. Bu sistematik yaklaşım ve atılan adımlar, Kıbrıslı Türk liderler ve Türkiye hükümeti arasındaki sağlıksız ilişkiye dayanıyor. Bu bahsi geçen sağlıksız ilişki Kıbrıslıları uzun bir süredir rahatsız ediyor. Bireysel olarak birçok Kıbrıslının Türkiye’ye yakın hissetmesi ve duygusal bağlara sahip olması da bu yapısal gerçeği değiştirmiyor. Yazının başındaki anekdota dönersek, Kıbrıs’ta bir çiftin hem resmi hem de imam nikahı yapmasının yarattığı rahatsızlık ve doğurduğu tepkiler de bununla ilgilidir. Temelde, toplumsal iradeye müdahale yapılmasından ötürü ortaya çıkan tepkiler, bu tarz, kişileri hedef alarak belirtilince sorunu toplumsal boyuttan çıkarabiliyor.
Öte yandan, toplumdaki bireyler kendi kişisel ve toplumsal hayatlarına yapılan müdahaleden duydukları rahatsızlığı başka şahısların din ile ilişkilerini hedef alarak belirttiklerinde, Türkiye’de derinleşen laik-muhafazakâr ayrımı adanın kuzeyinde de kendine yer edinmiş oluyor. Geçmişte, Türkiye’den farklı olarak, dini semboller ve ritüeller Kıbrıs’ın gündelik yaşamında politik bir mesele değildi. Türkiye kökenli Kıbrıslılar arasında dini ritüellerin daha yaygın olması da bunu değiştirmiyordu. Ben büyürken geniş ailemden bazı bireylerin oruç tuttuğunu ve birlikte iftar açıldığını hatırlarım. Etrafımda karı koca Kıbrıslı olup da şu ya da bu sebeple imam nikahı yapmış olduklarını bildiğim çiftler de var. O dönem oruç tutmak veya imam nikahı yapmak, yapan kişiyi belirli bir gruba sokmadığı gibi, bunları politik hareketler olarak da algılamıyorduk. Fakat bugün, Türkiye’deki laik-muhafazakarlık kapışması ve Kıbrıslıların din ile ilişkisine yapılan müdahaleler ile birlikte, Kıbrıs’ta da dini semboller ve ritüellerin politikleştiğini görüyoruz.
Oruç tutan veya imam nikahı yapan insanları Kıbrıs kimliğinden dışlamak, Türkiye’de hem hükümet hem de ana muhalefetin çanak tuttuğu ve faydalandığı laiklik ve dindarlık kutuplaşmasının Kuzey Kıbrıs’ta yeniden üretilmesi demektir. Din konusunda yapılan müdahalelere karşı dururken ve bunlarla mücadele ederken Türkiye’deki ayrışmaları yeniden üretmek yerine, kendi denklemimizi kurmalıyız. Bu, toplum olarak ayaklarımız üstünde durmanın da temel bir parçasıdır. Türkiye toplumunda laik ve muhafazakâr ayrışmasının içinde taraf olan kutupların birbirlerine karşı öfkeli ve hoşgörüsüz tavırları bizim kendi memleketimizde örnek alacağımız yaklaşımlar olmamalıdır. 21.yüzyılda çok kültürlü ve çok sesli toplumlarda aydın insanlar bu yaklaşım biçimlerini aşmak için mücadele verirken, biz bu ayrımları kucaklamamalıyız. Din ile ilişkisini Kıbrıslı Türk toplumu kendi belirlemelidir. Bunun için mücadele de etmelidir. Bunu yaparken, insanlara ve inançlara olan saygıyı koruyabildiğimiz ölçüde, toplumsal hayatımıza müdahale edenlerden kendimizi ayrıştırabiliriz.