Öncelikle bu yazıyı okurken yanınızdan bir fincan kahveyi eksik etmeyiniz…
Ekonomik krizlerin, doğrudan alışkanlıklarımıza ve yaşam tarzımıza yönelik yıkıcı bir etkisi vardır. İnsan hemen alışkanlıklarından veya yaşam tarzından ödün vermek istemez, bir şey olmayacakmış gibi yaşamına devam etmekte ısrarcı olur veya bir şey olmayacağı yalanına kendisini inandırır. Kredi kartlarının limitleri zorlanır, borç havuzu dolar ve taşar. Böyle bir duruma düşmemek için hayatın mikro alanlarında küçük düzenlemeler yapmak, tüketim alışkanlıklarını gözden geçirmek, değiştirmek ve azaltmak kaçınılmazdır. Bunun, insanda ilk başta keder ve öfke gibi duygular üretmesi olasıdır. Fakat hayat hiçbir zaman keder ve öfke gibi duygularla güzel ve iyi yaşanmaz. Dolayısıyla kriz durumunu getirdiği tehditleri, yıkıcı etkileri ve zor günleri ancak paylaşarak ve dayanışarak atlatabiliriz, keder ve öfke duygularından ancak onlara kapılmayacağımız ilişkiler kurarak sıyrılabiliriz.
Bu kısa yazıda kriz günlerinin yarattığı hayat koşullarının moral anlamda üstesinden gelinmesine dair üç hayatta kalma yöntemine değineceğim. Kitap, müzik ve film. Elbette her üçü de tüm bir yaşam boyunca olmazsa olmazdır. Fakat özellikle kriz dönemlerinde, insanların tüketim ve eğlence alışkanlıklarını değiştirmeye zorlandığı, daha da bir içine döndüğü zamanlarda kitap da müzik de film de hayat içinde ayrı bir zaman kanalı haline gelir. Kuşkusuz bu dostlarla, sevgiliyle veya komşularla paylaşıldığı zaman daha da bir zenginleşir. Çünkü yaşayabilmek için küçük hayatlarımızda bizi yutmaya çalışan zamana inat, zaman içinde zamanlar yaratmalıyız.
Kitap
Krizin yarattığı olumsuz duyguları, körelmeyi veya sıkışmışlığı aşabilmenin en iyi ve güçlü yollarından biri sanırım kitap okumaktır. Elbette sadece krizle değil, çoğu zaman hayat ile başa çıkabilmenin, anlamanın ve anlamlandırmanın, tanımanın ve tanımlamanın da yolu okumaktan geçiyor. Kitaba sadece bir tutunma aracı ve sığınak olarak değil aynı zamanda hayatın içinde yeni hayatlar, zamanın içinde yeni zamanlar yaratımı veya yaşama yordamını güçlendirici bir anlam olarak da sahip çıkabiliriz. Kitap hem çoğalma hem de çoğaltma aracıdır. Okuma eylemi ile hem kendimizi çoğaltırız, hem de yaşamın anlamını. Bir kitabı okumaya başlayan bir insan o kitap bittiğinde aynı kişi değildir. Aynı şekilde bir kitabı okumaya başlayan bir insan o kitap bittiğinde aynı dünyada da değildir. Farklılaşmıştır, çoğalmıştır hatta dönüşmüştür.
En azından hafta bir kitap almak veya evdeki okunmamış kitapları okumak veya okunmuşları tekrar okumak kimseyi zorlamaz… Sadece bir akşam dışarıda yapacağımız eğlence tüketimini, o akşamınızı kitaba ayırarak yaşamı tüketmeden zenginleştirebiliriz. Bunu belki de iki, üç hatta haftanın dört – beş akşamına çıkartabiliriz. Eve kapanmak çok mu sıkıcı geliyor? Peki o halde parklar, meydanlar, her ne kadar az ise de olduğu kadarıyla yeşil alanlar ne için var öyleyse? Yalnız sıkılıyorum mu? Okumak yalnız yapılacak bir eylem gibi aynı zamanda arkadaşlarla da yapılabilecek ortak bir eylem neden olmasın? Bir kitabın dünyasını paylaşmak, o dünyayı çoğaltmak anlamına gelmez mi? Neden bir kitabın dünyasını çoğaltmak, kendi dünyamızı çoğaltmak anlamına gelmesin?
Bir kitap: Spinoza’nın sevinci nereden geliyor? Çetin Balanuye
Müzik
Kuşkusuz müziğin hemen herkesin hayatında bir yeri vardır. Kimizin çalışırken arkada sakin bir tınıyı, kimimiz ev işi yaparken çalan bir şarkıyı, kimimiz yalnızlığını dağıtacak bir sesi, kimimiz ise onu havalara uçuracak çoşku yüklü notaları arar, onlara ihtiyaç duyar. Özellikle dijital teknolojilerin gelişimiyle birlikte bugün hem eski hem de yeni çıkan albümlere ulaşım hem oldukça kolay hem de ucuz. Fakat müzik sadece arka fonda dinlenecek veya sessizliği dağıtacak bir şey değildir. Müzik dinlemek aslında ciddi bir iştir. Belki de ciddi bir iş olduğunu tekrar hatırlamamız gerekmektedir. Çünkü çoğu zaman bir şarkıyı dinlerken o şarkının gerçekten ne anlattığını veya derdini, hangi zamanda veya koşullarda icra edildiğini öğrenmeye çalışmayız. Kısacası müziği anlamaya yönelik bir farkındalık çabasına girişmeyiz. Halbuki müzik de aynı kitap gibi okunması gereken, anlaşılması gereken ve anlamlandırılması gereken bir sanattır. Hayattaki tüketim alışkanlıklarımız ne yazık ki müzik söz konusu olduğunda da devrededir. Bir şarkı ile onu anlamaya veya anlamlandırmaya yönelik yaratıcı ilişki kurmak yerine, onu tüketmeye yönelik ilişki kurarız. Kriz zamanlarına tüketimi çeşitli alanlarda azaltırken müzik anlanında da bu anlamda azaltabilir ve müzik ile yaratıcı bir ilişki içine girme çabası gerçekleştirebilir. Tüketilen zamandan kurtardığımız üretken zamanı ciddi ciddi müzik dinleyerek geçirebiliriz. Bir albümü baştan sona, şarkılarını atlamaksızın, belki de tekrar tekrar dileyerek albümle bütünleşmeyi deneyebiliriz. Ortalama bir merak ile albümün ne zaman çıktığını, hangi tarihsel bağlamda üretildiğini, hangi müzik aletlerinin kullanıldığını, şarkı sözlerini okumayı deneyebiliriz. Böyle bir ilişki türü sadece yaratıcı bir ilişki değil aynı zaman da öğretici ve anlamlandırıcı da bir ilişki olacaktır. Günün sonunda dinlenen müziğin tüketilmediği tam tersi anlamlar sayesinde üretildiği hissi aynı zamanda sevinçli bir duruma da yol açacaktır. Ayrıca müzik sadece seslerden veya vokallerden oluşmuyor. Her müziğin bir görselliği de vardır. Önemli olan onu imgeleştirebilmek. Bunu yalnız yapabileceğimiz gibi arkadaşımızla veya sevgilimizle de yapabilir, tartışabilir ve paylaşabiliriz. Müzikle kuracağımız böylesine bir ilişki bizi aynı zamanda bambaşka müzikleri de keşfetmeye sevk edecektir. Sonsuz bir zenginlik okyanusuna dalmak gibi.
Bir albüm: Paradise Lost – İnal Birsel
Film – Dizi
Film sanırım herkes için görselliğe ve göze hitap etmesi anlamında en kolay ilişki kurulabilecek alan. Müzikte olduğu gibi dijitalleşmenin getirdiği yenilikler filmlere ulaşmayı da kolaylaştırıyor. Artık arşivciler veya koleksiyoncular hariç çoğumuzun evinde kasa kasa cd veya dvdler yok. Hatta artık hard disklerde arşivlenen filmler bile azalmakta. İnternet üzerinden neredeyse istediğimiz her filme ulaşmak oldukça kolay. Açık konuşmak gerekirse, hayatımda filmin yeri hep biraz dışarıda kalmıştır. Liseden beri kitap hayatımın merkezinde oldu, gün içindeki planımı programımı okuma zamanına göre yapmaktayım, kitap okumak bir hobi veya vakit geçirme aracı değil bir çeşit ihtiyaç, yaşam çabası. Müzik her zaman hayatımda bir yer tuttu, tabii bir dinleyici olarak. Özellikle son iki yıldır da müzikle ortalama bir dinleyici olarak üretken bir ilişki kurmaya çabalıyorum. Fakat filmi hep hayatıma dışarıdan dahil etmişim gibi geldi. Bu film izlemekten keyif almadığım anlamına gelmiyor. Tam tersi izlediğim kadarıyla üzerinde kafa yoruyor ve iyi hissediyorum. Velhasıl kriz zamanlarında film izlemek de hem üretken bir faaliyet olabilir hem de krizin getirdiği huzursuzlukla baş edebilme kapasitesini arttırabilir. Geceleri dışarıda geçirilecek zamanı evde arkadaşlarla dönüşümlü film izleme seansları yaparak geçirebiliriz. Bir yönetmenin filmlerini teker teker izleyip hem filmler hakkında hem de yönetmenin gelişimi-değişimi hakkında fikir sahibi olabiliriz. Tartışma ortamları oluşabilir, bu ortamlarda çok şey öğrenebiliriz. Bunu aynı şekilde diziler içinde düşünebiliriz. Ki diziler daha uzun soluklu bir süreç de olabilir.
Bir film: The Endless
Ve evet tüm bu yazılanları birer dayanışma ve paylaşma eylemi olarak da okuyabiliriz. Kriz dönemleri en çok paylaşmaya ve dayanışmaya ihtiyacımız olan dönemlerdir. Bu bir kitap okuma olabilir, bir şarkı dinleme olabilir veya bir film izleme. Bunların hepsi her şeye rağmen bizlere iyi bir yaşam olanağı sunan pratiklerdir. Bize düşen ise bu olanaklar pratiklerini çoğaltmak ve paylaşmaktır. Bu da hayatın içinden hayata rağmen direnebilmektir.
BONUS
Bir dizi: Dark