Yazıya başlamadan kısa bir not:
26 Ekim 2023, Perşembe, 17:43’deki paylaşımımda ana amacım “oyun kurucu”yu bulmaya, hem gelişen olayları daha iyi anlamaya ve hem de bundan sonra gelişme ihtimali olan olayları daha gerçekçi bir şekilde kavrayabilmek için zemin oluşturmaktı.
Yazıya başladıktan sonra, sırf Facebook üzerinden düşüncelerimi yeterince anlatamayacağımı farkettim. Bu nedenle, yazının sonuna, “Bu nedenle başta sorduğum soruları tekrardan düşünün lütfen.
Bu konuyu önümüzdeki günlerde tekrar tekrar ele alacağım.
Bu çabam sadece sizin açınızdan değil, aynı zamanda benim için de gelişen olayları daha iyi anlamama da yarayan bir süreç, hatta çaba olarak görüyorum.” cümlelerimi eklemek zorunda kaldım ve bugün, bir düşüncenin devamı olacağından dolayı yazıma isim ve sıra numarası ekleyip Facebook’tan önce Gazeddakıbrıs’ta yayınlatmayı uygun buldum.
Kim, kime çalışıyor? ABD İsrail’e mi, İsrail ABD’ye mi?
Ya da şöyle sorayım:
Kim, kime destek çıkıyor?
ABD İsrail’e mi, yoksa İsrail ABD’ye mi?
Yani, “oyun kurucu” kim, İsrail mi, yoksa ABD mi?
Bu soruya doğru yanıtı verdiğiniz anda işler değişecektir.
Mesela, Hamas’ın 7 Aralık saldırısını ve nedenlerini daha iyi anlamaya başlarsınız. Ya da, “iron dom/demir kubbe” denen füzesavar mekanizmasının ilk gün niye Hamas’ın attığı füzeleri önlemede başarısız olduğunu, hatta İran’ın veya Rusya’nın niye pasif kaldığını çok daha iyi anlamaya başlarsınız.
Aynı şekilde, Türkiye’nin “garantörlük aşkı”nın ne anlama geldiğini de daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
Ne işe mi yarayacak daha iyi anlamamız?
Bundan sonra ortaya çıkacak gelişmeleri de doğru kavramamıza, doğru kararlar almamıza ve kendimizi (bu sadece birey olarak kendimizi değil, içinde bulunduğumuz yapılar anlamında da) ona göre konumlandırmamıza yarayacaktır.
Bu nedenle başta sorduğum soruları tekrardan düşünün lütfen.
Bu konuyu önümüzdeki günlerde tekrar tekrar ele alacağım.
Bu çabam sadece sizin açınızdan değil, aynı zamanda benim için de gelişen olayları daha iyi anlamama da yarayan bir süreç, hatta çaba olarak görüyorum.
Niye “Komplo teorisi mi, yoksa …?” başlığını koydum?
Mesela, niye herkes gibi ben de sunulanla yetinmeyip, altını kurcalamaya girişiyorum? İşin kolayı, birçoğunun yaptığı gibi, “ana akım medyanın” sunduğu senaryonun olduğu gibi kabullenilmesi değil mi?
Şu, medya manipülasyonu konusunda çok bilinen karikatüre bakalım. Ne görüyorsunuz yandaki resimde? Soldaki kişi sağdaki kişiyi bıçakla kovalıyor, değil mi?
Şimdi, bir de şu resme bakalım. Kameranın içinde ne görüyorsunuz? Soldaki kişi, yani kamera dışında bıçakla kovalanan kişi, sağdaki kişiyi bıçaklamak üzeredir, değil mi?
Şimdi de, iki resmin birlikte göründüğü, yani “gerçek” hem de “manipülasyonun” bir arada görüldüğü orijinal karikatüre bakalım.
Kameramanın “gerçek” yaşanana direk bir müdahalede bulunmadığını görüyoruz, değil mi? Kameraman sadece, “gerçek” olanın görülemeyeceği, yerine tersinin görüleceği bir şekilde yansıtmaktadır olayı, değil mi?
Bu da bizi “gerçek” denen şeyin bakış açısına (özellikle siyasal meselelerde bu bakış açısı sınıfsal bir bakış açısıdır) göre değişebileceği noktasına taşır.
Tıpkı, şu karikatürde olduğu gibi:
Ressam, gördüğünü çizmiştir, ama kendi görüş açısından…
Orta Doğu’daki bu savaşı nasıl anlamalıyız?
Nedir, 7 Ekim Hamas saldırısı ile başlayan gelişmelerle alakalı “ana akım medyanın” bize kabullendirdiği ve ezberlettiği senaryo (anlatı-narrative)?
Birincisi, Hamas’ın “durduğu yerde” İsrail’e saldırdığı ve binden fazla kişiyi öldürdüğü, yaraladığı veya rehin aldığı şeklindedir. Bu anlatının iki yönü var aslında. Bir yönü, bu işin “durduğu yerde” olduğundan, ortada hiçbir sorun yokken Filistinlilerin ve Hamas’ın Yahudilere saldırdığı anlatısı, diğer yönü de, bu saldırının hem İsrail devleti ve Mossad’ın, hem de ABD istihbarat servisi CIA’in bilgisi dışında gerçekleştirildiği, yani Hamas’ın onları gafil avladığı şeklindedir.
Yahudi devleti ile Filistin halkı arasında sorun olmadığını iddiası gülünç bir iddiadır. Aynı şekilde, İsrail devletinin “mazlum” konumunda olmadığını görmemek, aslında görmek istememektir. Bunun için yüz yıllık Orta Doğu haritasına bakmak yeterlidir. Bu haritalara bakıp da İsrail’in Filistin topraklarını işgal ettiğini görmemek mümkün değildir.
Yani, Hamas saldırısı (burada Hamas savunusu yapmak veya gerçekleştirdiği saldırıyı mazur göstermek niyetinde değilim) “durduğu yerde” yapılmış bir saldırı değildir. Ana akım medya, öncelikle bu gerçeği gizlemeye çalışmaktadır. Yani, yanlış algı yaratma gayreti sergilemektedir.
Bu algıdaki esas yön, hem İsrail devleti ve Mossad’ın, hem de CIA’in gafil avlandığı iddiasıdır. Bu da gülünç bir iddiadır ve gerçek dışıdır.
7 Ekim’deki Hamas harekatının hemen ardından, özellikle ABD yetkilileri Hamas harekatını “İsrail’in “9/11’i” olarak nitelediler. “9/11” ile, 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a uçaklarla yapılan saldırı anlatılmaktadır. Ne olmuştu bu saldırı sonrası? ABD tüm dünyaya, “Ya benimlesiniz, ya da karşımdasınız!” tehditini sallayarak Afganistan’ı işgal etmeye başlamıştır. ABD, 20 yıl süren savaşta 2 bin 448 Amerikan askerini kaybederken, ABD için çalışan ve hayatını kaybeden Afganların sayısı da 3 bin 846 olarak kayıtlara geçti. Savaştan en fazla etkilenenler ise Afgan siviller oldu ve 47 bin 245 Afgan savaşta hayatını kaybetti.
20 yılın sonunda, ABD iktidarı Taliban isimli gerici, islamcı terör örgütüne devrederek Afganistan’dan çekildi.
ABD yetkilileri “9/11”den sözederken İsrail’e, tıpkı ABD’nin 2001’de yaptığı gibi, Hamas saldırısını göstererek Filistin halkına karşı sınır tanımaz bir saldırı ve katliam yapma vizesi vermişlerdir. Nitekim, hemen ardından İsrail Başbakanı Natenyahu Hamas’ı ne pahasına olursa olsun “yoketmek”ten sözederken, Savunma Bakanı Yoav Galant ise, Hamas’ın insan olmadığını, hayvanlardan oluştuğunu ve buna göre karşılık göreceklerini söyleyerek, askerlerine savaşırken savaş suçlusu olmaktan korkmadan savaşmalarını emretmiştir.
Nitekim, son zamanların en vahşi savaşlarından birinin alt yapısı hazırlanmış, binlerce çocuk, kadın ve yaşlıdan oluşan sivil katliamı başlatılmıştır. Özellikle Gazze’nin kuzeyinde taş taş üzerinde bırakılmamış, hastahaneler, kilise ve camiler azgınca bombalanmıştır. Gazze’ye su, elektrik ve internete erişim kesilmiş, yakıt ve gıda girişi engellenerek tam bir muhasara ve yoketme savaşı başlatılmıştır.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı senaryolaştırılarak ve oldukça abartılarak sürekli dünya kamuoyuna pompalanarak, İsrail buna karşı ne yaparsa haklıdır psikolojisi yaratılmıştır. Bu, Irak işgali öncesi Saddam rejimine karşı, “kitlesel imha silahları var” denilerek işgale zemin hazırlanması gibi, “minareyi çalacak olanın, kılıfını hazırlaması” örneğidir. (Bu konuda dönemin Britanya Başbakanı Tony Blair’in sonradan “hata” diye nitelemesi hakkında geniş bilgi için tıklayınız)
Bu durumda, ister istemez, söylenenlerle yetinmemeyi, tersine, söylenmeyen ama gerçek yaşamda gerçekleştirilenlere bakarak, kime/kimlere yaradığını sorgulayarak sonuçlara varılmak zorunda olduğumuzu görmek durumundayız.
Daha somut konuşmaya başlayalım:
Hamas, tıpkı diğer islami terör örütleri gibi, emperyalizmin hizmetinde örgütlerdirler. Hamas, İsrail’e ve ABD’ye hayal ettiği fırsatları yaratmıştır 7 Ekim saldırısıyla. (Bu iddia ile ilgili şu yazıma bakmanızı öneririm)
Mısır istihbaratının İsrail’e “garip şeyler oluyor, Hamas büyük işlere hazırlanıyor” dediği halde, gerek Mossad’ın ve gerekse CIA’nın Hamas saldırısından “bihaber” olduğu iddiası, sanırım istihbarat arşivlerine en büyük yalan olarak yazılacaktır. Bu iddia doğruysa her iki istihbarat örgütü yöneticilerinin derhal görevden alınmalarını gerektirir. İster “bilgimiz yoktu” desinler, isterse “bilgimiz vardı ama ciddiye almadık” desinler, her iki durumda da görevlerini yapmadıkları anlamına gelir.
Ana akım medyanın bize anlattıklarıyla yetinirsek, Mossad’ın da, CIA’nın da görevlerini yapmadıkları sonucuna varmamız kaçınılmaz olur.
Gelin senaryoyu değiştirelim ve “iron dom/demir kubbe” sisteminin çalıştığını ve Hamas’ın İsraile fırlattığı füzelerin (daha sonraki günlerde olduğu gibi) havada imha edildiğini varsayalım. Ya da, “glaider”lerle havadan saldıran Hamas militanlarının keklik gibi düşürüldüğünü vs varsayalım.
Ne dersiniz, dünya kamu oyu “bu durumda İsrail ne yapsa hakkıdır!” pozisyonunu elde edebilirmiydi? Ya da, ABD başta olmak üzere, tüm Batı devletlerinin böylesi güçlü onay ve desteğini alabilirmiydi? Ya da, hem ABD, hem de Britanya askeri gemilerini bu kadar pervasızca bölgeye sevkedebilirmiydi? Bu soruların cevabı koskoca bir “hayır!”dır.
Bu gelişmelerle direk ilintili üç merkez var; birisi Hamas, diğerleriyse Mossad ve CIA. Bu üçünden biri gün gele gerçekleri açıklamadığı sürece, söylenenlerin tersinin “gerçek” olduğu konusunda kanıt sunmamız mümkün mü? Yani, söylediklerimizin ve iddialarımızın kanıtı ille de yazılı belge veya itiraf mı olması gerekir?
Siyasal gelişmelerde en geçerli kanıtlar, yaşanan pratikler ve bunların kime/kimlere yaradığından yola çıkarak elde edilebilir.
Ben olaylara bu pencereden bakmaya çalışırım. Böyle bakınca da gelişmeleri şöyle değerlendiririm:
7 Ekim Hamas saldırısı, ABD’nin, İsrail devletinin de katılımı veya onayı ile tezgahlanan senaryonun birinci adımıdır. İstihbarat yokluğu ve böylelikle İsrail ordusunun “gafil avlandığı” ve Hamas militanlarının yaptıkları vahşet görüntülerinin (bir kısmının gerçek olmadığı sonradan açıklansa da) nerdeyse canlı yayınlanması hepsi de senaryonun parçaları olduğunun ve önceden çalışıldığının göstergeleridir.
ABD böyle bir senaryoya neden ihtiyaç duymuştur?
ABD’nin tüm emperyalist sistem gibi ekonomik kriz içinde olduğu artık bir sır değildir. Bu ekonomik krize paralel siyasal krizler de yaşadığı görülmektedir. Bu durumda, 2. Dünya Savaşı sonrası elde ettiği emperyalist liderlik, ya da sık kullanılan terimle “big brother/abi” pozisyonunun gittikçe sarsıldığı da bir gerçektir.
“Petro-dolar” hakimiyetinin gittikçe artan bir şekilde sorgulandığını, alternatifler geliştirilmeye çalışıldığını da biliyoruz. Bunun Irak, Libya ve Suriye savaşlarına yol açtığını da biliyoruz.
Özellikle başını Çin ve Rusya’nın çektiği “BRICS” oluşumunun ve gerek Afrika ve gerekse Orta Doğu’daki ABD etkisini sarsacak düzeyde destek bulduğunu da dikkate alırsak, ABD’nin bölgede yeniden hakimiyet kurma hamlelerine ihtiyaç duyduğunu görmemiz gerekir.
İşte, yaklaşık son bir aydır yaşanan İsrail-Filistin savaşının ardındaki gerçek budur; Orta Doğu’daki dengeleri yeniden oluşturmak..
Ama, burası Orta Doğu, gelişmeler sadece İsrail ve Filistin ile sınırlanmayabilir, bütün bölgeyi, hatta dünyayı ateşleyebilir.
ABD ve Britanya uçak gemileri savaşın tüm Orta Doğu’ya yayılmamasını, İsrail’in Gazze operasyonları üzerinden özellikle Arap dünyasını sindirmeyi hedefliyor olabilir. Ya da, örneğin bir İran’ın savaşa dahil olması durumunda, İsrail’in Gazze vahşetine zemin oluşturan Hamas saldırısı İran’na karşı saldırının da gerekçesi olarak kullanılabilir.
İşte o zaman işler gerçekten değişebilir. Topyekün bir dünya savaşının fitili ateşlenmiş olur.
Yaşarsak göreceğiz…