90’lı yıllarda bir grup psikiyatri öğrencisinin ki zaman içinde ekip genişlemişti, çıkardığı bir dergiydi Şizofrengi. Dergi kısa zamanda, kitapçıların o karmakarışık dergi/fanzin standlarında bolca vakit geçirenler ve fısıltı gazetesi sayesinde döneminin nitelikli ilgisine mazhar oldu. ‘Bütünüyle kuşkudayız’ sloganlarıydı.
Bu sloganın içeriğine zaman içinde yeni anlamlar yüklense de, etkileyiciliği bakidir.
Nörobilimciler, insanın, yeni ile sıfatlandırılan her ‘şey’e, her ‘yeni’ye, zihnin yapısı gereği kuşku ile yaklaştığını söylüyor. Bilinmeyene, yahut yeniye duyulan kuşku, beynin doğasında var. Bütünüyle kuşkuda olma durumu ise, bildiklerimize duyduğumuz kuşku sayesinde bütünsellik kazanıyor.
Bu bütünsel kuşkuculuk durumu, aklı ile bilgi arasına, ister kişi, ister kitap, ister sosyal medya fark etmez, ‘aracı koymuş’, bilhassa devlet müfredatı eğitiminden muzdarip herkes için gerekli.
İmanuel Kant “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.” Diyor.
İnsanın kurtuluşunun toplumsal kurtuluştan geçtiği savı, kitlelere duyduğu ihtiyaç nedeniyle, onlar için, ideoloji adı verilen bir çatı oluşturuyor ve bu çatı altında, etkilenmesi istenen kitlenin ihtiyaçlarını karşılayacak, duymak istediklerini söyleyecek ve yapmak istediklerini yapacak bütüncül sistemler tarif ediyor. Bu bütüncül sistem, varlığını sürdürülebilir ve etkin kılmak için alt ideolojiler dahi üretiyor, öyle örgütlü ki, varlığın merkezindeki özne olan insan ve aklı, her geçen gün önemsizleşiyor. Yukarıda Kant alıntısında, tehlikesine işaret edilen “bir başkasının kılavuzluğu” çeşitlendikçe çeşitleniyor ve tehlikenin boyutu artıyor. Bu kılavuzlar görünmeyebiliyorlar, artık sessiz sedasız, sinsice algılarımıza, aklımıza sirayet ediyorlar. Ne düşüneceğimize, ne yiyeceğimize, hangi sporla ilgileneceğimize, ne okuyacağımıza, ne seyredeceğimize, ne seçeceğimize, çocuğumuzu hangi okula göndereceğimize, ne giyeceğimize, evimizin dekorasyonuna, insani değerlerimize, erdemlerimize hep sinsi bir kılavuz aracılık ediyor.
Bütünüyle kuşkuda olmalıyız. Önce, bildiklerimizden başlayarak. Mesela ‘demokrosi’den.
Yapılan anketler, uygulanışını bir kenara koyarsak, kavramsal olarak demokrasinin en iyi yönetim şekli olduğu konusunda çoğunlukların birleştiğini gösteriyor. Camus, demokrasiyi çoğunluğun kanunu değil, azınlığın saygısı olarak tanımlasa da, demokrasi, seçilenin, yani çoğunluğun seçtiğinin yönetme hakkını onama biçimidir. Trump’ın, Erdoğan’ın, müdahale iddialarını bir kenara koyarsak Tatar’ın cumhurun başına geçişi, zeval görmesi istenmeyen demokrasi sayesinde. Seçtiklerinin niteliği ortadayken, yukarıda bahsi geçen, algılarını sinsi bir kılavuzun şekillendirdiği bireylerden oluşan çoğunluğun; izlediğinin, okuduğunun, dinlediğinin, anlattığının, meylettiğinin içeriğine dair kuşku duymak gerekmez mi? ‘’Aristo, demokrasiyi despotizmin en ileri şekli olarak tanımlıyordu. Tatar bugün, “İster tanısınlar ister tanımasınlar KKTC ayrı bir devlettir” buyurdu. “Yuh be gardaş, dalga geçen b’ama” demeyelim, ayıp olur. Nitekim demokrasinin ayağı tökezlediğinde, kimin üzerine düşeceği hep çok bellidir.
Anavatan atını koşturanlar bir yana, Ada’da ‘sol’ kesimin vurgu yaptığı ‘özgür irade’ de bir kimlik tanımı içinde sıkışmış kalmamış mıdır? Adına sol denilen ideolojik çerçeve, halen 2 yüzyıl önce üretilmiş kavramlarla hareket etmektedir. Reel sosyalizmin çöküşünün sebeplerinden biri olarak da gösterilen, solun içini doldurmakta basiret gösteremediği birey kavramına artık algoritmalar kılavuzluk ediyor. Dönüştürücülüğü garantili bireysellik kavramı bireycilik ile karıştırıldı durdu. “Kimlik kapalı bir şeydir, tanımlanır ve tanımlandığı yerde durur kalır… Oysa varoluş sürekli hareket halindedir…” diyordu Ulus Baker.
Tanımladığımız kimlikle, o kutunun içinde dönüp durmaktayız.
Kimlikler kutuya ‘insan’ dışarıya…