BM Barış Gücü (UNFICYP) misyonunu 6 ayda bir yenileyen nihai rapor ortaya çıktı. Hatırlayacaksınız, Crans Montana sonrası misyonun devam edip etmeyeceğinin tartışmaya açan Türk tarafı, Maraş’ta yaptıkları ile artık bu iddiaları gündeme getirme iddiasını dahi yitirdi.
Dahası, taslak rapordan nihai rapora ilerlerken önemli değişikler yapıldı. Tüm bu değiişiklikler Türk tarafının pozisyonundaki ve özellikle Maraş’ta yapılan provokatif hamleler göze alınarak yapıldı.
Bunlar yapılırken, Kıbrıstürk tarafının sorundaki rolünün daha yüksek olduğu bir biçimde dönüştü. Başka bir değişle, Kıbrıstürk tarafının yalnızlaştığı resmen duyuruldu.
Mesela taslak raporda federal çözüm için “ortak zemin” referansı vardı. Bu aslında Kıbrıs Türk tarafının yeni iki devletli paradigmasına göz kırpılıyor olarak yorumlanırken, bu referans kaldırıldı ve çok daha kesin bir federal çözüm referansı yapılarak, “mevcut BM parametrelerinin farklı düzenlemeler için açık bir çerçeve” oluşturduğu referansı biçimine getirildi. Başka bir deyişle, Kıbrıstürk ve Türk tarafının iddia ettiği “yeni paradigmanın” karşılığının olmadığı kabul edildi.
İkincisi, Cenevre’de gerçekleştirilen 5+ görüşmesinde taslak raporda “iki tarafın ortak bir zemin bulamadığından dolayı görüşmelerin başarısız olduğu referansı değiştirilerek, iki tarafın eş sorumluluğu olduğu iddiası kaldırıldı ve “ortak bir zeminin bulunmadığından dolayı resmi müzakerelerin devamına olanak sağlamadığı” ifade edildi.
Son olarak Maraş ile ilgili yapılanlara yönelik “Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının Maraş’ın açılmasına yönelik girişimlere kaygı” (concerned) referansı değiştirilerek, bunun “Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının kınanarak suçlandığı” (condemnation) olarak değiştirildi.
Sadece bahsi geçen bu üç nokta, uluslararası alanda yeni bir yalnızlaşma sürecine girildiğini gösterirken, 2017 Crans Montana Konferansında yaygın kanı Kıbrıs Rum tarafının çözüm konusunda isteksizliğinden Kıbrıs türk tarafının uzlaşmazlığına dönüşen bir sürece geldiğimizi net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Tüm bunlar sahada yapılan provokatif adımların, diplomatik kayıplara neden olduğunu gösteriyor. Türkiye kamuoyunda AKP’nin popülist çizgisini takip eden Kıbrıslı Türk liderliğinin de vahim bir noktaya geldiğini net bir biçimde ortaya koyuyor.
Bu noktada, muhalefetin ve federasyondan taraf olanların ve hatta iktidara destek vermesine rağmen uluslararası hukuktan yana olmak isteyenlerin mevcut politikalara karşı aktif rol üstlenmesinin ne kadar gerekli olduğunu birkez daha ortaya koyuyor.
Şahsi fikrim, önümüzdeki süreçte Türk tarafının uzlaşmaz politikalarda ısrarının devam etmesinin daha diplomatik olarak büyük kayıplar getirirken, yalnızlaşmanın sadece diplomasi ile sınırlı kalmayıp, sosyal ve ekonomik olarak da daha büyük zorluklar getireceğidir.
Konjektür değişiyor ve bu değişen durumda, gelecek Kıbrıslıtürkler için daha karanlık bir hal alıyor. Süregiden bu duruma karşı durmak için her bir bireyin izlemek yerine aktif olarak ne yaptığı bu noktadan sonra çok daha önemli bir anlama sahip olacak.