Kuzey kıyı şeridi. Ülkedeki doğal yaşamın en zengin, aynı zamanda da en güzel yerlerinden biri.
Yer yer özel çevre koruma bölgeleri ile de korumaya alınmış, insan müdahalesinden uzak tutulmaya çalışılan pek çok bölgeyi barındırıyor.
Tatlısu (Akatu)’dan Kaplıca’ya doğru giderken, Mersinlik yakınlarında yolun tam solunda bir tepe. Tepe tam olarak Tatlısu Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin dahilinde, dördüncü bölgede yer almakta. Tepenin tam karşısında ise kaplumbağaların yumurtlama alanı, koca bir tabela ile işaretlenmiş durumda. Eğer bugünlerde oraya yolunuz düşerse, hali hazırda pek çok kaplumbağanın bölgeye yumurta bıraktığını ve yumurta bırakılan yerlerin tahtalarla işaretlendiğini görebilirsiniz.
Tepeden söz ediyorduk ya, ÖÇKB içerisindeki, tam olarak kaplumbağaların yumurtlama yaptıkları bölgenin karşısındaki tepe. Sahil ile arasında 100 metre mesafe bile olmayan tepe.
Bir süredir bu tepenin üzerinde bir inşaat sürmekte.
Kaymakamlık’tan izinsiz
Çevre Dairesi’inden izinsiz bir inşaat.
Yani kaçak bir inşaat.
Öyle ki inşaatı yapanlar kabahatlerinin farkında olacaklar ki bu kurumların izin vermeyeceğini bildiklerini düşünerek olsa gerek yasal sorumluluklarını yerine getirmiyorlar.
Bir tek izin Şehir Planlama dairesinden çıkıyor.
Onlar da Çevre Dairesi’ne sormaları gerekmelerine rağmen, Daire’ye sormadan izni veriyorlar.
Yasa ve usul dışı fiili durum ortaya çıkıyor. Ve inşaata devam ediyorlar.
Ta ki Şehir Plancılar Odası Başkanı Merter Refikoğlu konuyu gündeme getirene kadar.
Refikoğlu konuyu gündeme getirince biz de gazeddakıbrıs olarak üstüne gidelim dedik.
Ardından iplik söküğü gibi her şey ortaya çıktı.
İzinsiz, kaçak ve özel koruma bölgesinde bir inşaat.
Üstelik bu kadar da değil…
İnşaat Lugar Development’e ait.
İnşaatı yapan müteahhit firma, UBP Mağusa İlçe Başkanı Orsan Oral’ın inşaat şirketi çıkıyor.
Biz bunları öğrenip haberleştirene kadar ÖÇKB içerisindeki tepe oyuluyor ve içine havuzlu villanın katları çıkmaya başlıyor…
Yapılan haberlerin ardından İskele Kaymakamlığı harekete geçiyor ve inşaatı mühürlüyor. İnşaatın neredeyse dörtte biri tamamlandı. Fakat gerekli izinler için inşaatın mühürlendiği gün kaymakamlığa gidiliyor. Tüm süreç klasik bir kktc hikayesi gibi işliyor…
Şimdi gözler Çevre Dairesi ve müdüründe. İnşaat projesi incelendikten sonra orada inşaat yapılıp yapılamayacağına karar verilecekmiş. Şehir Planlama’dan elde ettiğimiz belgeye göre oraya havuzlu bir villa yapılacak. Denize 100 metre bile mesafesi olmayan bir tepede, kaplumbağaların yumurtlama alanında, özel çevre koruma bölgesinde!
Bu inşaata izin verilmesi için Çevre Dairesi üzerinde çeşitli kesimlerin baskı kurduğu, farklı siyasi kanallardan projenin onaylanması için ilişkilerin devreye sokulduğu kulağımıza gelmekte. Bütün iş Çevre Dairesi ve müdüründe düğümlenmekte. Daire artık ya doğanın korunması ve ekolojik değerlere sahip çıkılması yönünde ÖÇKB’ye sadık kalacak ya da çeşitli çıkar ilişkilerinin çarkı arasında bir dişli olacak!
Peki bu kadar mı? Yani mesele sadece ÖÇKB içindeki kaçak bir inşaat mı?
Evet, yasa tanımazlık, usül sallamazlık ve siyasi güç ilişkilerini doğanın ve hakkın üstünde tutarak her istenilenin yapılabileceğine dair böylesine pespaye bir durumun üzerinden atlanılamaz.
Fakat sadece bu değil.
Kıbrıs’ın kuzey kıyı şeridinden, Girne’den Karpaz’a kadar her geçişimde sürekli olarak yeni inşaatların başladığını ve yükseldiğini görüyorum.
Onlarca lüks villa doğanın içerisinde yükselmekte.
Yeşilin bağrında betonlar yükselmekte.
Denizin neredeyse dibinde olmasına rağmen, yükselen villalara havuz da inşaa edilmekte.
Her anlamda doğa ister yasal olsun ister yasa dışı, ister meşru olsun ister gayri meşru talan edilmekte.
Şehirlere sığmayan orta sınıf ve üstü insanlar kuzey kıyı şeridine akın ediyor. Öyle ihtiyaçtanda değil. Sırf lüks düşkünlüğü için, tatmin edilmemiş ve edilemeyecek olan gösteriş ve aşağılık küçük burjuva hülyalarına kavuşmak için.
Küçük hayatlar yaşayan insanlar, büyük, lüks ve havuzlu evlere sahip olarak yaşamlarındaki boşlukları doldurduklarını, varoluşlarını tamamladıklarını sanırlar. Kendilerini sevmezler fakat tatmin edilmemiş sevgi boşluğunu büyük duvarlar, geniş havuzlar ve şatafatlı dekorasyonlar aracılığı ile doldurmaya çalışırlar.
Sorun tam da bu sevgisizlik durumunda yatmakta. Yaşamı, -ama bitkisiyle, hayvanıyla, ağacıyla, tepesiyle, deniziyle- sevmenin yerini betona, lükse ve servetin getirdiği statüye duyulan hastalıklı bağlılık almakta. O kuzey kıyı şeridi boyunca gördüğümüz ve gittikçe de yayılan beton duvarlar, adeta bir sevgisizlik sarmaşığı gibi yayılmaktadır işte.
Doğayı, ekolojiyi ve yeryüzünü yiyip bitiren bir sevgisizlik, sevgisi betona dönüşmüş bir toplumun tablosu gibi.
Sistem diyeceksiniz. Evet sistem. Sistem tarafından sevgisizleştirilen fakat sevgisizleştikçe de sisteme dönüşen, sistem tarafından betonlaştırılan fakat betonlaştıkça da sisteme dönüşen hayatlar, insanlar…
Lüks düşkünlüğünün bedelini sadece doğadaki canlılar veya ekolojik yaşam ödemiyor. Her yok edilen ekoloji halkasının geri dönüşü bizzat insanlara yönelik de olacaktır. İnsanın sevgisizliği, lüks düşkünlüğü ve doğa üzerindeki tahakkümü, kendi felaketi olarak yine kendisine dönecektir. Belki de bugün yaşadıklarımız bu felaketin yavaş çekim bir senaryosudur.