Bir önceki neslin sonundan Dünya’nın nasıl bir yer olacağına -George Orwell’ın 1984 kitabının ilk kez yayımlandığı 1949’dan bu yana geçen süreye benzer biçimde, şu andan itibaren 35 yıl ileriye- baktığımızda, 2019 yılında üç temel düşüncenin zihnimizi meşgul edeceğini söyleyebiliriz:
1. Nükleer savaş. 2. Bilgisayarlaşma. 3. Uzayın kullanımı.
Eğer Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, günümüzden (1983) 2019’a kadar geçecek süre boyunca herhangi bir anda rakibine üstün gelecek olursa, o dönemdeki hayatın nasıl olacağına dair bir tartışma yürütmenin hiçbir faydası olmayacaktır. Çok azımız, çocuklarımız ve torunlarımız, o dönemin küresel sefaletine ilişkin kesin durumu aktarabilecekleri bir durumda hayatta kalacaklar.
Buradan hareketle, nükleer bir savaş yaşanmayacağını -tabii ki bu konuda mutlak anlamda güvenilir bir varsayımda bulunamayız- ve bu doğrultuda devam edeceğimizi farz edelim.
Şüphe götürmez ve kaçınılmaz biçimde bilgisayarlaşma devam edecek. Bilgisayarlar, hâlihazırda kendilerini endüstriyel ülkelerin yönetimleri ve dünya endüstrisi için elzem bir hale getirdiler: Ve daha şimdiden, evlerde kendilerine rahat bir yer edinmeye başlıyorlar.
Temel bir yan ürün olarak, taşınabilir bilgisayarlı nesneler ya da robotlar zaten yığınlar halinde endüstri alanına taşınıyor ve yeni nesillerin hayatında evlere de girecek.
Bilgisayarların bu resmigeçidine karşı bir direnç gösterilmesi muhtemeldir; fakat (geleceği gösteren) kartlarda görünmeyen başarılı bir endüstri karşıtı devrim boşa çıkarıldığında, bu yürüyüş devam edecek.
Toplumun artan karmaşıklığı, bir kaos yaratmak dışında, bu makineler olmadan yaşamayı da imkânsız bir hale getirecek; ve dünyanın bu bağlamda geri kalmış bölgelerindeki iktidar organları, şu anda silahlar nedeniyle acı çekiyor oldukları gibi, gelecekte bilgisayarlaşma nedeniyle oldukça bariz biçimde sıkıntılar yaşayacaklar.
Bilgisayarlaştırmanın ivedi etkisi, tabii ki, çalışma alışkanlıklarımızın değiştirmesi olacak. Bu, daha önce de yaşanmıştı.
Sanayi Devrimi öncesinde, insanlığın büyük çoğunluğu tarımla ve daha ikincil olan bağlantılı mesleklerle meşguldü. Sanayileşmenin ardındansa, çiftlikten fabrikaya geçiş hızlı ve sancılı oldu. Bilgisayarlaştırmayla fabrikadan yeni bir duruma yapılan geçiş daha da hızlı ve sonuç olarak daha da sancılı olacak.
Bilgisayarlaşma, toplamda daha az iş anlamına gelmeyecek; zira geçmişte, teknolojik gelişmeler her zaman yok ettiğinden daha fazla iş yaratmıştı ve şimdi de bunun böyle olmayacağını düşünmemiz için bir neden yok.
Buna karşın, yeni yaratılan işler ortadan kalkan işlerle aynı değil ve geçmişte, benzer durumlardaki değişim asla bu denli keskin olmamıştı.
AKLIMIZI YOK ETMEK
Zamanla yok olacak işler, olabildiğince basit, tekrarlanıp duran ve yaşamını idame ettirmek için yıllarını harcamak zorunda kalacak talihsiz insanların ince bir dengeye sahip zihinlerini boğacak olan tek düze ve yine de ne bilgisayarlı ne de bilgisayarsız olan herhangi bir makinenin kapasitesinin üstüne çıkacak oranda karmaşık, rutin büro ve montaj işleri gibi işler olacaktır.
Bunlar, bilgisayarların ve robotların bu doğrultuda kusursuz bir biçimde tasarlandıkları işlerdir.
Ortaya çıkacak yeni işler, kaçınılmaz olarak, bilgisayarların ve robotların tasarım, imalat, kurulum, bakım ve onarımını ve bu “akıllı” makinelerin mümkün kılacağı tam anlamıyla yepyeni iş kollarını kapsayacaktır.
Bu durum, eğitimin doğasında büyük bir değişiklik gerçekleşeceği, tüm toplumlarda “bilgisayar kullanıcılığının” ve “yüksek teknoloji ürünü” bir dünyayla nasıl başa çıkılacağının öğretilmesi gerektiği anlamına geliyor.
Tabii ki, bu tür şeyler daha önce de yaşandı. Sanayileşmiş bir işgücü, zorunlu olarak tarımsal işgücünden daha eğitimli olmalıydı. Tarladaki işgücü, nasıl okunup yazılacağını bilmeden çalışabilir ama fabrika çalışanları bunu yapamaz.
Neticede, 19’uncu yüzyıl boyunca sanayileşen uluslara toplumsal ölçekte halk eğitimi verilmesi gerekmişti.
Ne var ki bu seferki değişim çok daha süratli olacak ve toplumun çok daha hızlı çalışması gerekecek; belki de mümkün olandan bile daha hızlı olmalılar. Bu durum, milyonlarca eğitimsiz kişinin en fazla ihtiyaç duyulan işleri yapmak noktasında kendilerini yetersiz hissetmesi nedeniyle, yeni neslin zor bir geçiş yaşayacağı anlamına geliyor
2019 yılına gelindiğinde, bu geçişin sona ermek üzere olduğunu görüyor olmalıyız. Yeniden eğitilebilecek ve öğretilebilecek olanlar zaten eğitimden geçmiş olmalı: Eğitilemeyenler ise faydalı olabilecekleri işlere yerleştirilmiş ya da iktidar gruplarının daha az becerikli olduğu yerlerde, bir tür sosyal refah düzenlemesiyle destekleniyor olmalı.
Her halükarda, geçiş kuşağı ortadan kalkıyor olacak ve yeni dünyaya uygun biçimde eğitim almış olan yeni bir nesil yetişecek. Dahası, toplumun, şu anda var olan çeşitli nedenlerden ötürü, (o dönemdeki) mevcut duruma ilişkin daha kalıcı biçimde geliştirilebilecek bir aşamaya geçmiş olması muhtemeldir.
İlk olarak: Nüfus, günümüzden birkaç yıl sonra artışını sürdürecek ve bu durum geçiş sorunlarını daha da sıkıntılı bir hale getirecek. Hükümetler, bu sorunların ele alınabileceğinden daha hızlı bir şekilde ve daha fazla sayılarda eklenerek yoğunlaşmaya devam ettiği müddetçe, hiçbir sorunun çözülemeyeceği gerçeğiyle yüz yüze gelecekler.
Daha düşük bir doğum oranını teşvik ederek bunun gerçekleşmesini önleme çabalarıysa gittikçe daha bıktırıcı bir hale gelecek ve 2019 yılına gelindiğinde dünya genelinin yüksek bir nüfus dağılımına doğru ilerleyeceği düşünülüyor.
İkinci olarak: Atıklar ve (çevresel) kirlilik bağlamında insanların sorumsuzluğunun sonuçları zamanla daha belirgin ve katlanılmaz bir hale gelecek ve bununla baş etme çabaları daha yorucu bir hal alacak. 2019 yılına gelindiğinde, teknolojideki ilerlemelerin, sahip olduğumuz çevrenin gördüğü zararın tersine döneceği bir süreci hızlandırmaya yardımcı olacak araçları icat edeceği umuluyor.
Üçüncü husus: Genel olarak, geçişin yarattığı sıkıntıları hafifletmek, dünya halkları arasında azami bir akıl düzeyinin var olduğunu varsayarak (bu yine de güvenilir bir varsayım değil), dünyanın nefret ve şüphe hislerine karşı uluslar arasında ve toplumların kendi içlerinde eskiden kalma sorunları besleyen sebepleri zayıflatmak açısından uğraşması ve genel olarak geçişin acılarını hafifletmek için çaba sarf etmesi gerekecek.
Kısacası, ani bir idealizm veya dürüstlük artışından dolayı değil, herkes için bir yıkımın söz konusu olduğuna dair sağduyulu bir aydınlanma sayesinde, ülkeler ve ülkelerin içindeki gruplar arasında artan bir işbirliği ortaya çıkacak.
O halde, 2019’a kadar, gezegen genelinde işbirliği yapılarak, hiç kimse varlığını kabul etmese dahi oldukça gevşek yapıdaki bir dünya hükümetinin altında özerk biçimde yaşanmasına olanak sağlayacak biçimde, birbirimizle iyi geçinmek mümkün olabilir.
Bazı olumsuz gelişmelerin –kısa süre içinde üstesinden gelinecek olan aşırı nüfus, çevresel kirlilik ve militarizm (silahlanma yarışı) sorunlarının- yanı sıra olumlu gelişmeler de yaşanacak.
Yeni dünyada, uğruna eğitim devrimi yapılması gereken araç, devrimi yine kendisi gerçekleştirecek: Bilgisayar.
Okullar elbette yine var olacak; fakat iyi bir öğretmenin yapabileceği en iyi şey, hevesli bir öğrencinin evdeki bilgisayarı başında tatmin edebileceği merak duygusunu uyandırmak olacak.
Nihayet, her genç ve her olgun insan için gerçekten de istediği şeyleri kendi zaman düzenlemesiyle, kendi hızıyla ve kendi yöntemiyle öğrenmesi için bir fırsat doğacak.
Eğitim keyifli bir hale gelecek; çünkü insanlar bunu isteyecek ve bunun için dışarıdan bir zorlama olmayacak.
2019’da bilgisayarlar ve robotlar toplumun en sıkıcı işlerini yürütürken, dünya “kendi kendini yönetiyor” gibi görünecek ve gittikçe daha fazla sayıda insan kendisini bolca boş zamana sahip olduğu bir hayat içerisinde bulacak.
Bu, ‘hiçbir şey yapmamak’ anlamındaki ‘boş zaman’ değil, insanın yapmak istediği bir şeylere vakit ayırabileceği bir ‘boş zaman’ anlamına geliyor; yani, bilimsel araştırmalar yapmak, edebiyat ve sanat bağlamında her türden ilgi alanı ve hobiyle uğraşmak için özgür olmak…
Ve eğer dünyanın yalnızca 35 yıl içinde bu yönde değişebileceğini öngörmek size inanılmaz derecede iyimser görünüyorsa (elbette yalnızca değişimden bahsediyorum ve bu tamamlanmış bir değişim anlamına gelmiyor), son öğeyi, yani üçüncü başlığı de bu karışıma ekleyin: Uzayın kullanımı.
Bu denli ilerlemişken uzaydan vazgeçmemiz mümkün değil. Ve militarizm sorunu ortadan kalkarsa, onu yeni bir savaş alanı olarak kullanmaktan daha fazlasını da yapabiliriz. Uzayı yalnızca seyahat etmek için kullanmayacağız.
Uzaya kalıcı biçimde gideceğiz.
Servis aracı olarak kullanılacak roketlerle bir uzay istasyonu inşa edecek ve gittikçe artan insan nüfusuna kalıcı bir ev yapmak için uzayda bir temel atacağız.
AY MADENCİLİĞİ
2019 yılıyla birlikte, Ay’a tüm gücümüzle geri döneceğiz. Orada yalnızca Amerikalılar değil, büyük ölçekli bir uluslararası güç bulunacak. Sadece Ay’daki kayaları toplamak için değil, Ay toprağını işleyerek uzayda metal, seramik, cam ve betona dönüştürülebileceği yerlere taşınacağı bir madencilik istasyonu kurmak ve Dünya yakınlarındaki bir yörüngeye yerleştirilecek büyük yapıların inşaat malzemelerini üretmek için orada olacağız.
Oldukça makul biçimde 2019 yılına kadar tamamlanabilecek bir yapı, Güneş’in enerjisini toplayıp mikrodalgalar haline getirerek Dünya’ya ışınlamak için donatılan bir enerji istasyonunun ilk örneği olacaktır.
Bu tür bir araç, Dünya’nın ekvator düzleminde konuşlandırılan böylesi araçların ilk neslini oluşturacaktır. Bu durum, insanların kullandığı enerjinin büyük bir kısmını herhangi bir ulusun değil, genel olarak tüm dünyanın mülkü kılacak bir koşulun, enerjinin Güneş’ten sağlanacağı bir dönemin de başlangıcı olacaktır. Sırf bu tür yapılar bile dünya barışını ve uluslararası işbirliğini garanti altına alır.
Enerji herkes açısından çok gerekli bir hale gelecek ve çok kolay biçimde ulaştırılabilecek; ve elbette toplumsal talep üzerine uluslar barış içinde yaşar ve birlikte çalışırlarsa, enerji savaşları artık gündemimizden çıkabilecek.
Bunlara ek olarak, tıpkı Dünya yüzeyinde riskli ya da imkânsız olabilecek deneylerin yapılabileceği laboratuvarlar gibi, Evren’e ilişkin bilgilerimizi inanılmaz oranda artırmak için uzayda gözlemevleri kurulacak.
En mühimiyse, pratik anlamda Dünya’da üretilmesi zor ya da imkânsız olabilecek nesneler üretmek için uzayın kendine has özelliklerinden –aşırı yüksek veya düşük sıcaklıklar, yüksek radyasyon, sınırsız vakum, sıfır yerçekimi- faydalanabilecek fabrikaların inşası olacak; bu sayede Dünya’daki teknoloji tam anlamıyla değişebilecek.
Aslında, sanayileri toptan bir şekilde yörüngeye kaydırmak için 2019’da planlama kurullarına sunulmuş bir takım projeler bile olabilir. Gördüğünüz üzere, uzay Dünya’nın yüzeyinden çok daha engin ve bu yüzden sanayinin ayrılmaz bir parçası olan atıklar için çok daha kullanışlı bir depo.
Uzayda, atıkların birikmesinden olumsuz etkilenen canlılar da bulunmaz. Ve atıklar Dünya’nın yakınlarında dahi kalmayarak, Güneş rüzgârlarıyla asteroit kuşağının uzağına doğru süpürülecektir.
İşte o zaman, Dünya, sanayileşmenin olumsuz etkilerinden kurtulacak ve gerçekten ihtiyaç duyduğu ilerlemelere kavuşabilecek bir konuma gelecek. Fabrikalar buradan gidecek ama çok uzaklara değil, yalnızca birkaç bin kilometre öteye.
Ve yalnızca yapılar değil, sonunda insanlık da uzayda olacak. 2019 yılına dek ilk yerleşim alanları proje tahtalarında görülecektir; ve belki de somut olarak yapım aşamasında bile olabilir.
Bu insanlar, on binlerce kişinin yaşayabileceği her türden küçük topluluklar kurarak insan denen varlığa çeşitlilik kazandıracak öncüler olacaklar.
Aslında, 2019’un dünyası, 1984’ün mevcut dünyasından çok uzaklaşmış olsa bile, bu yalnızca sonraki yıllar için planlanan çok daha büyük değişimler için bir barometre niteliğinde olacak.
* Yazının aslı The Star sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan, gazeteduvar)
https://www.gazeteduvar.com.tr/bilim/2019/01/04/isaac-asimovun-kaleminden-2019un-dunyasi/