BM Genel Kurulu çerçevesinde gerçekleşen Kıbrıs görüşmeleri, müzakerelerin yeniden başlaması ve yeni bir zirve toplanması yönünde beklentileri boşa çıkarmakla kalmadı, bundan sonraki süreci de belirsizliğe terk etti.
Bundan sonraki gelişmelerin ne seyirde ilerleyeceği bilinmiyor. BM Genel Sekreteri Temsilcisi Lute hazırladığı raporu 15 Ekim’de sunacak. BM Genel Sekreteri ise bu rapor ışığında BM Güvenlik Konseyi’ni bilgilendirecek ve Kıbrıs konusunda bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izleneceği karara bağlanacak.
Bu noktada daha gerçekçi bir değerlendirme de bulunmak gerekirse esas olan şudur. Ne yazık her iki lider de kendilerinden beklenen müzakerelerin yeniden başlaması ve çözüm yününde gereken hazırlık ve iradeyi ortaya koymadıkları ve topu garantörlere, oradan da BM Genel Sekreterine attıkları için BM Genel Sekreteri de topu sözcüsü olduğu BM Güvenlik Konseyi’ne paslamıştır.
Yani Kıbrıslıların geleceği ve çözüm ikinci dünya savaşı sonrası oluşan yenidünya düzeninin, çıkarları her şeyden önce gelen emperyalist devletlerin ve aynı zamanda dünyadaki en büyük 5 büyük silah ihracatçısının insafına bırakılmıştır. Şimdi BM Güvenlik Konseyi üyesi 5 devlet oturacaklar, Kıbrıslıların değil bizzat kendilerinin Doğu Akdeniz ve bölgedeki çıkarları çerçevesinde Kıbrıs sorunu konusunda ne yönde hareket edilmesi gerektiğini karara bağlayacaklar.
Bu noktada şunun altını çizmekte fayda vardır. Her ikisi de BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Rusya ile ABD’nin ve müttefiklerinin bölgemizdeki güç mücadelesi, yıllardır vekaleten sürdürülen Suriye savaşı çerçevesinde İdlib’de düğümlenmiş bulunuyor. İdlib’deki düğümün nasıl çözüleceği, Suriye savaşı ve paylaşım kavgasının nasıl şekilleneceği, bunun bölgedeki diğer gelişmeleri nasıl etkileyeceği noktasında önemli günlerden, aylardan geçiliyor.
Ayrıca Doğu Akdeniz’deki doğal gaz oyununda kartlar halen tamamen dağıtılmış durumda değil. Bu bağlamda da pazarlık ve paylaşım sürecinin ne şekilde gelişeceği, müzakereleri ve olası bir çözümü olumlu veya olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Zira çözüm yönünde katalizör rol oynayabilecek doğal gaz konusu ne yazık şu ana kadar daha fazla gerginlik ve çatışma yönünde yönetildi.
Dolayısı ile böylesi kritik bir dönem de bundan sonra, Kıbrıs’taki statükonun şimdilik muhafaza edilmesi, BM Genel Sekreteri temsilcisinin temaslarına yoğunluğu düşükte olsa devam etmesi, garantörler arası temasların ve pazarlıkların gayri resmi bir şekilde sürdürülmesi ve eğer çok şanslıysak bir takım küçük adımlar ile birkaç geçiş kapısının açılması ve güven arttırıcı önlemin hayat bulması daha olası görünüyor.
Ancak bu bekle gör politikası ne Kıbrıslı Türklerin ne de Kıbrıslı Rumların çıkarına olacaktır. Zira çözümsüz geçen zaman geriye dönüşü mümkün olmayan yeni oldubittiler yaratacak ve federal bir Kıbrıs düşü ile Kıbrıs’ta yaşam olanağı daha da zorlaşacak.
Oysa çözüm yönünde tarihi bir fırsatın el birliği ile heba edildiği Crans Montana sonrası, Genel Sekreterin istediği şekilde her iki lider de niyet beyanın da bulunmakla ve bulundukları pozisyonunun tekrarını yapmakla yetinmeyip, müzakerelerin yeniden başlaması için bugüne kadar gereken hazırlığı yapmış olsalardı, yeni ve yaratıcı öneriler ile çözüm yönünde kararlı adımlar atıp ortaya irade koymuş olsalardı, New York’tan eli boş dönülmemiş olunabilirdi.
Gelinen aşama bir kez daha göstermiştir ki her iki toplumdaki federal çözüm güçlerinin bir araya gelerek ortak bir mücadeleye koyulmaları ve liderlerin gösteremediği iradeyi gösterebilmeleri artık hayati derece de önemlidir. Zira bu topraklarda ortak bir yaşamın mümkün olmasını istiyorsak, yalnızca liderlerin BM gözetimi ve denetiminde yürüteceği bir çözüm ve barış süreci ile buna ulaşılamayacağını artık anlamış olmalıyız.