Yazan: Jonathan Crary
Çeviren: Cüneyt Bender
1990’ların ortalarına gelindiğinde, çalışmanın istikrarsızlaştırılması, ekonomik eşitsizliğin yoğunlaşması, kamu hizmetlerinin yürürlükten kaldırılması, yapısal olarak borçlanmanın tesis edilmesi ve diğer birçok etken, siyasi uysallığın sürdürülmesi için yeni yöntemler bulmayı gerektiriyordu. Uçsuz bucaksız dijital sapmalar da sistem karşıtı kitle hareketlerinin yükselişinde caydırıcıydı.
İnternetin iyimser kabulü, kısmen, daha küçük veya marjinal muhalefet biçimlerinin etkisini büyüterek anaakımın dışındaki siyasi hareketler için vazgeçilmez bir örgütlenme aracı olacağı beklentisine karşılık geliyordu. Aslına bakılırsa, internetin sistem karşıtı örgütlenmenin ve eylemin geçici olarak ortaya çıkışını bile önleyen bir dizi düzenlemeden ibaret olduğu çoktan anlaşıldı. İnternet, elbette, örneğin kimlik politikaları, iklim eylemleri veya geçici öfke patlamalarıyla bağlantılı, kısa vadeli, tek meseleye odaklanan hareketler yararına, çok sayıda alıcıya etkili biçimde bilgi aktarma işlevini üstlenebilir. Ayrıca 1960’lardaki ve 1970’lerin başındaki geniş tabanlı radikal hareketlerin ve daha büyük kitle seferberliklerinin örgütlenme için kullanılan maddi araçlar fetişleştirilmeden ortaya çıktığı da unutulmamalıdır.
Sınıfsal çelişkilerin her zamankinden keskin olduğu tarihsel bir anda, internetin eşitlikçi ve yatay bir “kamusal alanlar” sahası olarak görülmesi, sınıf temelli söylemleri ve sınıf mücadelesi savunusunu ortadan kaldırdı. Gerçekten de, internet kompleksi hiçbir zaman kapitalizm veya savaş karşıtı gündemleri büyütmekte ve sürdürmekte en ufak bir başarı sağlayamadı. Gücünü kaybetmiş insanlara farklı kimliklerin, mezheplerin ve çıkarların bulunduğu seçenekler sundu, özellikle gerici grup oluşumlarını tahkim etmede etkili oldu.
İnternetin ürettiği bu dar görüşlülük, tikelciliğin, ırkçılığın ve neo-faşizmin kuluçka makinesine dönüştü. Kimlik siyaseti, Nancy Fraser ve diğerlerinin öne sürdüğü gibi, “ilerici” neoliberal elitlerin stratejileri açısından büyük önem taşıyordu: Potansiyel açıdan güçlü bir çoğunluğun, birbiriyle rekabet hâlindeki hiziplere bölünmesinin ardından bir avuç temsilcinin meritokrasiye kolayca dahil olmasına olanak tanıyarak, kendi değerini fark etmemesini sağlamak. İnternet, bu çeşitliliği vurgulama ve ayrışmayı özendirme stratejisinin etkinliğini yepyeni bir düzeye taşıdı. Sosyal medyanın yalnızca en kolay paketlenen fikirleri dolaşıma sokabilmesi de potansiyel olarak radikal veya tahrip edici programları, bilhassa hemen sonuç vermeyecek veya uzun süreli katılım gerektirebilecek olanları, sulandırdı ve evcilleştirdi.
İletişim kuramcıları, medya formlarının kamusal tartışmaları sınırlamaya, biçimlendirmeye veya bu tartışmaların yönünü değiştirmeye hizmet eden “yönlendirme mekanizmalarına” nasıl dönüştüklerini belirlediler. İnternet, kitle iletişim araçlarının tarihinde, bu türden yönlendirme mekanizmalarının en sonsuz nüanslısı ve en güçlüsü hâline geldi. Çevrimiçi etkileşimleri yönlendirmek ve içeriklerine müdahale etmek için gittikçe daha verimli hâle gelen mekanizmaların biçimlendirmediği, süregelen bir “iletişimi” bulmak zor olurdu.
Çok sayıda eylemci grup, katılımcıların yüz yüze buluştuğu çevrimdışı topluluklarda sabotajın, parçalanmanın ve gözetimin türlü biçimlerinin yanı sıra güven ve samimiyet kaybını tecrübe ettikten sonra sosyal medya tuzaklarının farkına vardı. Pek çok örnekten birini hatırlarsak, 2012’deki Trayvon Martin cinayetinin ardından kurulan Floridalı “Dream Defenders” grubu, örgütlenmeleri ve hedefleri üzerindeki zararlı etkileri nedeniyle, sosyal medya kullanımını önce askıya aldı, sonra da yasakladı. Kuruculardan birinin sözleriyle:
Sosyal medyada cereyan eden tüm kavgalar insanların birbirini hiç tanımadığını gösteriyor. Sosyal medya, yoğun ilişkilerin bir illüzyonunu sunuyor. İnsanlar birbirlerini gerçekten tanımadıkları sürece yaptıkları iş asla büyümeyecek. Sosyal medya, çevrimiçi ortamda ihtilafların nasıl yaratıldığını ve insanların birbirlerine nasıl bağırıp çağırdığını anlamamız bakımından COINTELPRO’nun işini üstleniyor. Sosyal medya bize bunu yapıyor. Şu sıralarda hepsinden uzak durmak gerçekten önemli. Tüm bunların hareketimizi gerçekten sonlandırabileceği, son derece kritik bir zamandayız. . . Sosyal medyadan uzak durmak, sosyal medyanın bizi nasıl etkilediğini ve zalimlerin bizi manipüle etmek için onu nasıl kullandığını gerçekten anlayabilmemiz için bir fırsat sunuyor.
Avrupa’daki bazı merkez sol partilerin teşebbüs ettiği gibi, insanları internet üzerinden davet yoluyla dahil etmeye dayalı seçim siyasetinin görünürdeki amacı katılım olsa da, bu siyaset kişilerin kaçınılmaz biçimde siyasetten arındırılmasına yol açar. “Siyaset”, aynı jestler ve klavye vuruşlarıyla, kişinin tüketimcilik ve kişisel kullanım rutinlerine entegrasyonunu güçlendiren anketlere ve kamuoyu yoklamalarına müracaatla sürekli hâle gelir. Sonuç ise bir adım ileri, üç adım geridir. Yeni kolektif ve komünal yaşam biçimleri yaratmak gibi zor bir görev siyasi öncelik hâline gelmedikçe, her türden çevrimiçi aktivizm hiçbir esaslı veya radikal değişime neden olmadan zararsız biçimde gerçekleşmeye devam edecektir. Gösteriler, protestolar, yürüyüşler gerçekleşir ama her seferinde dijital hayatın atomize edici ayrıştırıcılığına yenik düşer. Eylemin ortasında çiçek açmış gibi görünen bağlar buharlaşır. Yürüyüşler, işgaller, kurtarılmış bölgeler, hareketlilikler gibi fiili olaylarda bile grup dayanışması, yine başka yerlerde bulunan, cihazlarına ve sosyal medyanın öz-tanıtım kaynaklarına tutunan bireylerin yeterli çoğunluğu sağlandığında azalır.
ABD’de sosyalizm ihtimaline açık olanların sayısındaki sınırlı artışa rağmen, bu durum esasen seçim adayları ve bağımsız ekonomik girişimler hakkında tartışmalara yol açtı. Sosyalizmin yönetim anlayışı ve ekonomik politikalar düzeyinde basitçe uygulanamayacağı, daha da önemlisi, sosyalizmi inşa etmenin hem zihinlerde ve hem de gündelik hayatta değişimler gerektirdiği anlayışı eksikti. Birçok anarko-sosyalist, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında, daha geniş bir dayanışma toplumunu öngörecek veya canlandıracak insanlarla bağlantılar kurmanın ve birlikte yaşamanın yöntemlerini denedi.
O yıllarda, özellikle Avrupa’da komünal grupların ve işçi örgütlerinin gelişmesi, kamusallaştırılmış bir arada yaşama biçimlerinin ve kaynak paylaşımının temellerini oluşturmuştu. Alman devrimci Gustav Landauer’e göre, “sosyalizm, insanlığın mütemadiyen komüniteler oluşturmasıdır”; amaçlarını kendi içinde taşıyan eylemdir. Ona göre, kapitalist devlet “bir durum, insanlar arasındaki belirli bir ilişki, bir davranış tarzıdır; kapitalist devleti başka ilişkiler kurarak, farklı davranarak yıkabiliriz.” Landauer, bambaşka öznelere dönüşmeye ve bireysel özerklik yanılması yerine başkalarına karşı sorumluluğumuzu önceliklendirmeye yapılacak zorlu geçişe duyulan ihtiyacı kabul ediyordu. Böyle bir geçiş asla çevrimiçi olmayacak: İnternet, kaçınılmaz biçimde, özel veya bireysel olmayan hedefler ve sonuçlar tasavvur edemeyen, kendi çıkarını düşünen öznellikler üretir. Yine de, toplumsal değişime kendini adamış azınlığın savunduğu yaşam tarzlarının radikal dönüşümü fikri, çevrimiçi faaliyetin korunaklı alışkanlıklarını nadiren önceliklendiriyor. İnsanlar bir yaşam biçimi olarak başkalarıyla paylaşma ve işbirliği yapma fikri karşısında paniğe kapıldıkça isyan edemiyor ve mevcut kurumlara bağımlı kalıyor. Bu gerçek reddedilemez: Sosyal medyada devrimci özne yoktur.