Nakba’dan iki nesil sonra doğmuş bir Filistinli olarak bir gün halkımın gözlerimin önünde güpegündüz soykırıma uğradığına tanık olacağımı düşünmemiştim. Pek çok Filistinli gibi, ikinci bir Nakba ihtimalinden her zaman korksam da, onu yaşayacağımı, ona tanık olacağımı, onun hakkında yazacağımı en kötü kabuslarımda bile aklımın ucundan geçirmemiştim.
Mutlu Filistinli masumiyetimle, İsrail Nakba’yı tekrarlamaya heveslense ya da pek çok İsrailli yetkilinin yıllardır işaret ettiği gibi “1948’deki işi bitirmeye” yeltense de Özgür Dünya’nın buna izin vermeyeceğine inanıyordum. Hüsnükuruntu içinde, dünyanın Nakba’dan bu yana gereken dersi aldığına inanıyordum. Evet, dünya 1948’de Filistin halkını yüzüstü bırakmıştı. Evet, İsrail’in etnik temizlik yapmasına ve Filistinlileri topluca sürmesine göz yummuştu. Ancak bu 75 yıl önceydi, soykırımlar ve holokostlar çağıydı. O zamandan bu yana çok ilerleme kaydedildiğini söylüyordum kendime. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kabul edilmişti. Birleşmiş Milletler gelişmişti. İnsan hakları grupları mantar gibi çoğalmıştı. Mandela Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştı. Evet, soykırım o kadar sık ve tartışmasız biçimde gerçekleşecekti ki Ruanda ve Bosna’daki korkunç soykırımlardan sonra Özgür Dünya’nın liderleri “artık yeter” demiş görünüyordu. Başka bir soykırımın yaşanmasına izin vermemekte kararlı görünüyorlardı. Bir daha asla! Ne Filistin’de ne de başka yerde!
Zirve üstüne zirve düzenleyerek bu tür vahşetlerin yeni yüzyılda yeri olmadığına yeminler ettiler. Filistin’in yeni yüzyılı İkinci İntifada’yla ve Oslo Anlaşmaları’nın çöküşüyle başladığında bile geçmişin dehşetlerinin kontrol altında olduğuna inanıyordum. İsrail fiziken mantar gibi büyür, yerleşimler üçe katlanır ve apartheid sistemi Batı Şeria’da Filistinlilere saldırırken ve insafsız kuşatma bir milyon çocuğun esaret altında doğup büyüdüğü Gazze’yi boğarken bile, bunun acılarımızın doruğu olduğuna, Ruanda, Bosna ya da elbette Nakba’nın dehşetine yakın bir şeyin başımıza gelmeyeceğine inanıyordum. Zira dünya seyrediyordu, bunu durdurmak için savaş sonrası ahlaki cephaneliğini kullanmaya hazırdı.
Korkunç derecede yanılmışım. Gazze Soykırımı’nın başlangıcından bu yana geçen kanlı üç ayda, Özgür Dünya öylece oturup izledi, alkışladı ve bizimle ölümüne alay etti.
İlk haftalarda naif iyimserliğimi korudum. Evet, Özgür Dünya Gazze’deki Filistinlilere ihanet etti, İsrail’in cezasız kalmasına müsaade etti, savaş suçlarına ve kitlesel vahşetlerine müsamaha gösterdi, Gazze’nin çocuklarını insanlığa bile kabul etmedi. Ancak en nihayetinde aklıselime gelecek ve bu dehşeti sona erdirmek için ahlaki diplomasisini devreye sokacaktı. Bu yüzden iyimserlikte ısrar ettim. Belki de olan biteni anlamak için biraz daha zamana ihtiyacı vardı dünyanın. Belki de büyük bir hamle yapmadan önce birkaç bin Filistinlinin daha öldürülmesini bekliyordu. Haftalar haftaları izledi, dünya sessizliğini korudu, ölümlerimize kör, acılarımıza sağır oldu.
Kan gölünde geçen bir aydan, İsrail bin çocuğu öldürdükten sonra, buraya kadar dedim. Dünya harekete geçmeli artık, yalnızca çocukları kurtarmak için olsa bile! Ancak ABD binlerce masumun hayatını kurtarabilecek bir insani ateşkesi veto ederek yanıt verdi! Bir ay sonra, ölen çocuk sayısı 10 bine ulaştığında, yeter artık dedim. Dünyanın HEMEN harekete geçmesi gerek, çünkü insanlık tehlikede. Birleşmiş Milletler yetkilileri Gazze’nin bir “çocuk mezarlığına” dönüşmekte olduğu uyarısını çoktan yapmıştı, bu sebeple kimse bihabermiş gibi davranamazdı. Harekete geçme zamanıydı, ya şimdi ya da asla! Bir ABD vetosu daha geldi, Filistinlilere yeni bir ölüm cezası vermek için bir başka soğuk el kalktı. İnsanlığın yüzüne bir tükürük daha!
Artık kelimeler kifayetsiz. İnsanlığa inancımı yitirdim. Gazze’deki afallatıcı ölü sayısını kavramak ya da kabul etmek, ortak insanlık duygumuzu kaybetmemek imkansız. Bir Filistinli, bir insan olarak, bir parçamın bu savaşta öldüğünü hissediyorum. Bu felaketten daha önce olduğum kişi olarak çıkmayacağımı kesinlikle biliyorum. Hiçbirimiz çıkamayacağız.
Gazze yerle bir edilmiş olabilir ama bir yere gittiği yok. Savaşın tozu dumanı dağıldığında, gelecek nesiller boyunca küresel vicdanımıza kazınacak. İnsanlığımızın üzerinde silinmez bir leke olacak. Gazze’nin çocukları unutmayacaklar, hayatta kalırlarsa şayet. Yaşayanlar hatırlayacak, ölenlerse sonsuza dek peşimize bırakmayacak. Gazze yalnızca yüzyılın suçu olarak değil, insanlığın iflas ettiği, en büyük utancımızın yaşandığı yer olarak da hatırlanacak.
2023 yılı, tarihe insanlığın öldüğü, Filistin’in en kara yılı olarak geçecek.
*Bu yazı, Ahmet Çetin tarafından Seraj Assi’nin Common Dreams’de yayımlanan makalesinden çevrilmiştir.