İnsan rakam olamaz. Bir sürü insan denmez mesela.
Orman satılamaz, kedi dövülemez, karıncanın yuvası bozulmaz.
İşitmek nasıl dayanaksız bilmenin bir adımıysa, zaman da özlem de öyle bir şeye benzer.
Saatte görürsün, oradadır, fakat ispatlayamazsın zamanı.
İçine düşer fakat inandıramazsın özlemine.
Einstein zamanı, özlemi ve ötesini, kızına yazdığı mektupta şöyle ispatlamıştı;
E = mc2 eşittir Sevgi
Sevgiye tırnak işareti koyarak sınırların içine almayı, ona dikkat çekmek yerine olduğu gibi yazmak isterim.
***
Yolun sonu var gibi gelir insana, öykünün bir son yaprağı, çiçek ölecek zanneder insan.
Oysa sonun öncesinde bir duvar vardır karşısına çıkan. Begüm o gün yolun sonuna kadar gitmeye cesaret etmişti. Kendinden başka dayanağı olmayan Begüm, kendinden başka dayanağı olan Gökhan’ı alarak çıktı yola. Sınırlar onlar doğmadan çok önce konulmuştu, kırkı çıkanların anıldığı ilk zaman çok geçmişti, duvar onların suçu değil, geçmişin dünyası şimdinin altında, şimdi geleceğin üstünde gibiydi. O da bir duvardı. Gösterişsiz bir onur gibi taşımalıydım o sınırları.
Duvar sonun öncesiydi. İlkokulda duvarın adı ‘vehmetmek’1 diye öğretildi bizlere. O kavi2 sınır isimliydi fakat ardı bilinmezdi.
Balkondan baktığınız an görülür, bahçelerin arasından, sınıfın penceresinden, geceleri bile ışıklar yanıp sönerdi ruhumuzu kemiren beton duvarın üzerinde.
1.Yersiz korkuya, kuşkuya düşmek, kuruntu yapmak
2.Dayanıklı, güçlü, sağlam, zorlu
***
Begüm kestane rengi saçlarını aynada düzelttikten sonra yola çıktılar. Apaçık ilerliyor, arabanın içi poğaça kokuyor, Gökhan ayağına dökülen çörek otlarını topluyor, bazen konuşuyor, bazen konuşmuyorlardı.
Yol incelmiş, ağaçlar sıklaşmış, yolun kenarında bir çeşme yanında üç tabure bir semaver, altmışlarında sonradan adının Ali olduğunu öğrendikleri adamı görünce çay içmeye durmuşlardı.
Bardaklar çalkalandı, ikişer çay içildi, bu yol nereye çıkar dediklerinde;
‘Yola sorgusuz çıkınca sebepsiz durmak, sebepsiz durunca akarsular gibi karışır insan başka bir insana, göller gibi beslenir rüzgârdan, bedenin senin bineğin, çıkmazsa bu sorduğunuz yolun sonu, baksanıza düzensizliğin içinde düzen var dünyada, geri döner yine koyulursunuz vehmetmenin yoluna’, demişti.
***
Uçağa bineneler, yüksek dağlara tırmananlar, astronotlar bile duvarın ardını görememişti şimdiye kadar. Yaklaştıkça görkemi artıyor, büyük beton duvar ürkütüyor, ürkütüyor ürkütmesine de,
Begüm bezmez, Gökhan’ın yaratıcılığı bitmezdi.
Bütün yol acıktılar durdular, uykuları geldi direksiyonu değiştiler, kimi zaman uyudular, Gökhan’ın duvarın ardıyla ilgili esprileriyle güldüler, Begüm’ün itiş kakışlarıyla yol alıyorlar, bazan ruhlarının zehri bazan da ruhlarının ilacı gibi şarkılar dinliyorlardı.
***
Sonunda güneşin dibine bir çizik kadar düşmediği duvarın kenarına gelmiş, gölgenin yarattığı rüzgârdan korunmak için arabadan dışarı çıkarken üzerlerine montlarını almışlar, Begüm’ün kestane rengi saçları uçuşuyor, Gökhan’ın sivri burnu serin rüzgâra sebep kızarmıştı bile.
Etrafta tek bir ot bitmez taşlık toprak, yolun yarattığı bütün o depresyonun maliyetini unutmuşlardı bile.
Duvarın aşılamaz, kapısız, penceresiz, gördüklerine benzemeyen, yıkılamaz olduğunun farkına varmışlardı. Şimdiye kadar her şeyden her yerden gittikleri ne varsa, içlerinde sallanan o boş salıncağa, bilinmez, bilindik bağları kopuk, acıydı, öfkeliydi duvar onlara.
Hiçbir ordu, bilim dahi yıkamamıştı duvarı.
Gökhan yaratıcılığıyla Begüm bezmezliğiyle ‘bir adım atalım sanki yokmuş gibi’, dedi aynı anda, ‘olağanın dışına çıkalım’, dediler. En fazla ayakları duvara çarpar, arabalarına geri biner, evlerine gerisin geri dönerlerdi.
El ele tutuştular ve adım attılar birlikte.
Bir anda kendilerini evde, koltuklarında otururken buldular.
Kaç gündür her yeri hastalık sarmış, insanlar ölüyor, yirmi gündür kapı dışarı çıkamıyor, ülkeler sınırlarını birbirlerine kapatmıştı.
O an, korktuklarının son değil, sonun öncesi olduğunun farkına vardılar.
Farkına vardıkları şey, yaralarını gösterişsiz bir onur gibi taşıdıkça, aslında sevginin bütün duvarları aştığını, sevginin bütün korkuları yıktığını anladılar.
Ölen insan sayı olamazdı. Benden ölen senden ölen olamazdı. Bizden ölen olabilirdi. Ormanlar bize emanet, köpek benim köpeğim olamazdı, bizim köpeğimizdi. Hepimizin. Ben var biz yok diye anlatılıyordu. Ben deyince yanlış anlamıştık. Ben dedikleri benliğimizin farkına varmak, benlik hissi ancak bezmez bir yaratıcılıkla kazanılırdı. Ben değil biz vardı. Bensiz sen sensiz ben olamazdı.
Kuşsuz orman, böceksiz ağaç, balıksız deniz, insansız şehir olamazdı.
Yolda bezmez bir yaratıcılığın bütün o korkuların ilacı olduğunu, sonun olmadığını, yollara çıkılsa da durulsa da, dönülse de sonunun olmadığını, paylaşmayı, birleşmeyi, sevgiye ancak öyle çıkıldığını fark ettiler.
Formül belliydi;
Bezmez bir yaratıcılık eşittir sevgi.
Yazıya konu olan Einstein’ın kızına yazdığı mektup;
“Görelilik teorisini önerdiğim zaman, beni çok az insan anladı ve insanlığa aktarılmak için şimdi bildireceğim şey de dünyada yanlış anlama ve önyargı ile karşılaşacak.
Gerekli olduğu sürece mektupları korumanı istiyorum, yıllar, on yıllar boyu, toplum aşağıda açıklayacağım şeyi kabul etmek için yeterince ilerleyinceye kadar.
Son derece güçlü bir kuvvet var ki, şimdiye kadar bilim bunun için resmi bir açıklama bulmadı. Bu, tüm diğerlerini dahil eden ve yöneten bir kuvvettir ve hatta evrende işleyen tüm fenomenlerin arkasındadır ve bizim tarafımızdan henüz tanımlanmamıştır. Bu evrensel kuvvet SEVGİdir.
Bilim insanları evrenin birleşik teorisini aradıkları zaman, en güçlü görünmeyen kuvveti unuttular. Sevgi, onu alanı ve vereni aydınlatan Işıktır. Sevgi yerçekimidir, çünkü bazı insanların diğerlerine çekildiklerini hissetmelerini sağlar. Sevgi güçtür, çünkü sahip olduğumuz en iyi şeyi çoğaltır ve insanlığın kendi kör bencilliğinde yok olmamasını sağlar. Sevgi gözler önüne serilir ve her şeyi ortaya çıkarır. Sevgi için yaşarız ve ölürüz. Sevgi Tanrıdır ve Tanrı Sevgidir.
Bu kuvvet her şeyi açıklar ve hayata anlam verir. Bu belki sevgiden korktuğumuz için, çok uzun zamandır görmezden geldiğimiz değişkendir, çünkü insanın isteğiyle harekete geçirmeyi öğrenmediği evrendeki tek enerji sevgidir.
Sevgiye görünürlük sağlamak için, en ünlü denklemimde basit bir düzeltme yaptım. Eğer E = mc2 yerine, dünyayı iyileştiren enerjinin ışık hızının karesi ile çarpılan sevgi vasıtasıyla elde edilebildiğini kabul edersek, sevginin var olan en güçlü kuvvet olduğu sonucuna ulaşırız, çünkü sevginin sınırları yoktur.
İnsanlığın bize karşı dönen, evrenin diğer güçlerini kullanmaktaki ve kontrol etmekteki başarısızlığından sonra, kendimizi başka türde enerjiyle beslememiz acil bir durumdur.
Türlerimizin hayatta kalmasını istiyorsak, hayatta anlam bulacaksak, dünyayı ve dünyada yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi sadece tek yanıttır.
Belki, gezegeni harap eden nefreti, bencilliği ve açgözlülüğü tamamıyla yok edecek kadar güçlü bir alet, sevgi bombası yapmaya hazır değiliz.
Ama, her birey kendi içinde enerjisi salıverilmeyi bekleyen küçük, ama güçlü bir sevgi üreteci taşır.
Sevgili Lieserl, bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman, sevginin her şeyi fethettiğini, her şeyi aşabildiğini onaylamak zorunda olacağız, çünkü sevgi yaşamın özüdür.
Senin için tüm yaşamım boyunca kalbimde sessizce çarpan şeyi ifade edemediğim için derinden pişmanlık duyuyorum. Belki özür dilemek için çok geç, ama zaman göreli olduğundan, seni sevdiğimi söylemeliyim, nıhai yanıta ulaştığım için sana teşekkür ederim.”
Baban,
Albert Einstein