Kıbrıs’ta yaşamasak, Kıbrıslı olmasak, ülkemizde yaşanan milliyetçi ve ırkçı hareketlenmeler konusunda müsamaha gösterebilirdik.
Hatta kendini kaybedip ırkçılığa “ifade özgürlüğü” isteyenleri de belki de anlayabilir veya hiç olmazsa saygı gösterebilirdik.
Geride bıraktığımız yüz yıla yakın dönemde “milliyetçilikten kim çekti?” diye bir sorsak adamız Kıbrıs’ı ilk sıralara yerleştirir cevaplar…
Bu rahata ve huzura ermeyen adada başımıza ne geldiyse milliyetçilikten, ırkçılıktan, faşizmden geldi.
50’lerde, 60’larda, 74’te ne yaşandıysa sebebi hep bunlar oldu.
Çok şükür ki ELAM ile Ülkü Ocakları tartışmaları peşi sıra geldi.
İyi ki gelmişte bu tartışmaları yapma şansını yakalamışız.
Yoksa bunlar yaşanmasa, yıllarca bir çok konuda “bizde öyle şeyler yoktur”, “Kıbrıslılar öyle şeyler yapmaz” diyerek hasır altı ettiklerimiz gibi bu konuda hasır altı edilecek, dahası başka toplumlara akıl verip kendimize aynada bakmamaya devam edecektik.
***
Geçtiğimiz hafta Limasol’da bir konferansa katılan Sn. Mehmet Ali Talat’a yönelik ELAM’ın gerçekleştirdiği saldırıdan sonra geçtiğimiz günlerde de YDÜ’de ülkücüler ve cemaatcilerin Kürt kökenli insanlara saldırıları gerçekleşti.
Olay büyüyünce anladık ki meğer bu olay sistematik bir hal almış, söz konusu saldırılar uzun bir zamandır farklı boyutlarda sürüyormuş.
ELAM saldırısı sonrası ırkçılığa, neo nazi örgütlenmelere, milliyetçi hezeyanlara hep birlikte karşı çıktık. Ve toplumun bir çok kesimi, bu örgütün kapatılması gerektiği yönünde Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetine çağrılarda bulundu.
Yapılan elbette doğruydu. Dünyanın başındaki en büyük bela neo-nazi örgütlenmelerken Kıbrıs’ta bu sorunlu düşüncenin kök salmasına izin verilmemeliydi. Hemde Kıbrıs’ın birleşmesine bu kadar “yakın” olduğumuz günlerde…
Sağcısı, solcusu, libereli, orta yolcusu birlik olduk, karşı çıktık ELAM’a…
Ve takip edenler hatırlayacak, o günlerde ısrarla ELAM’ın Kıbrıs’ta tek olmadığını, Kıbrıs’ın kuzeyinde de benzer yapılar olduğunu, geçmişten yaşanmış örnekler vererek hatırlatmaya, unutturmamaya çalıştık.
Akıbet oldu ki, henüz ettiğimiz kelamların mürekkebi kurumadan Ülkü Ocakları “ben de varım” dedi.
Sonra ne mi oldu?
ELAM’ı yuhalayanların büyük çoğunluğu “Ülkü Ocakları kapatılsın” diyenleri linç etmeye başladı.
ELAM’a karşı birleşen toplum, Ülkü Ocakları’na sıra gelince birbirine girdi.
Bu aslında beklenmedik bir durum değil.
Senden olmayan hakkında konuşmak dünyanın en kolay işi, gel de senden olandan konuş…
Ağızlar mühürlenir, gözler körleşir, mantık ise ters yönde ilerlemeye başlar.
Efendim haniymiş “ifade özgürlüğü”?
Yerim ben sizin ifadenizi de özgürlüğünüzü de!
Düşünebiliyormusunuz?
ELAM tehlikeliymiş ama Ülkü Ocakları ifadenin özgürlüğüymüş.
Bazen insan söyleyecek söz, yazacak kelime bulamıyor.
İster istemez kabalaşıyor, hatta elden geldiğince kısık sesle küfrediyor bu şuursuz duruma.
Kıbrıslıtürk toplumu 6 gencinin canını ülkücü çetelere verdi.
Kimisi pusuya düşürüldü, kimisi kalleşce oyuna getirildi.
Türkiye’den Kıbrıs’a ülkücü çeteler 6 tabut gönderdi.
Bu sadece ülkücülerin infaz ettiği Kıbrıslılar, konumuz Kıbrıs olduğu için, yoksa öldürdükleri onlarca, yüzlerce insanı hesaba katmıyorum manası çıkmasın.
Fakat bütün bunlar bir mana ifade etmiyor onlar için.
ELAM’a da karşı çıkmaları, Kıbrıslırumları ötekileştirme, suçlama fırsatı bulduklarından….
Yoksa hiç duydunuz mu insanlığa düşman bu yapılar hakkında, dünyanın herhangi bir yerinde yaşananlar için gayleleri olduğunu?
ELAM “Kıbrıs Yunandır” derken terör örgütü, Ülkü Ocakları “Kıbrıs Türktür” derken ifade özgürlüğü.
Ukrayna’da ki faşizm mi? Bizden olmayanı eşşek tepsin….
Anlayışın özeti tam da bu…
Sevgili dost Doğuş Derya tam da bu anlayışın ipliğini pazara çıkardığı için ona karşı öfkeleniyorlar.
Bu memlekette özü sözü bir olanı gördüklerinde maraz etmelerinin sebebi kendi tutarsızlıkları.
***
Kıbrıs’ta ırkçılığı besleyen, birbirleri üzerinden var olan ikiz kardeşler; ELAM ve Ülkü Ocakları…
ELAM’da, Ülkü Ocakları’da kapatılmalıdır.
ELAM neyse Ülkü Ocakları’da odur.
Neo-nazi yapılanmalar, ırkçı örgütlenmeler dünyanın her yerinde kapatılmalıdır.
Kapatılmalarını talep ederken de sadece yasaklamanın bir çözüm olmayacağı, bunun uzun soluklu bir toplumsal eğitim ve yönlendirme gerektirdiği de unutulmasın.
Adamız ne çektiyse bu gibi yapıların yer altı ve yer üstün faliyetlerinde çekti, tekrarlamakta fayda var, unutulmasın!