Hristofyas’ın ölümünü Denktaş’ın vefatıyla karşılaştırmak ilk başta garip gelebilir. Ne de olsa, siyasetin iki zıt ucunda konum almış politikacılardı. Öyleyse, nasıl oluyor da onların ölümleri benzer hisler ve endişeler uyandırabiliyor?
Aslında bu iki siyasetçiyi görünmez bağlarla bağlayan ortak noktalar var. Çok farklı hedefler ve çözümler için mücadele etmiş olsalar da ikisinin de ana gündemini her daim meşgul eden mesele Kıbrıs’ın geleceğiydi. Dahası adadaki ortak toplumsal hayatı yaşamış, Kıbrıs’ın çok toplumlu bileşenleriyle haşır neşir büyümüş iki adalıydı. Hristofyas bir ömür birleşik Kıbrıs için mücadele etmiş olabilir, ama birleşik bir Kıbrıs’ın nasıl olacağını hayal etmek için mücadele etmesine gerek yoktu. Denktaş’a gelince, o ise ömrünü adada kalıcı bölünmeyi sağlamaya adamış olabilir ama onun da işe başlaması gereken nokta birleşik bir Kıbrıs idi. Denktaş’ın hayata veda edişinin detayları da onların ortak deneyimlerine ışık tutuyor doğrusu. Denktaş’ın ailesinin beyanlarına dayandırılan gazete haberlerine göre Denktaş hayata gözlerini yumduğu son anlara kadar Kıbrıs konusuyla meşgul olmuştu. Hatta, ölümünden saatler öncesinde Hristofyas’ın ismini bağırmıştı. Bundan daha ilginç olanı ise konuştuğu dilin Rumca olmasıydı. Denktaş’ın vefat etmesinin ardından, o dönem Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı olan Hristofyas Kıbrıslı Rumlara Kıbrıslı Türklerin acı ve kaybına saygı göstermeleri için çağrıda bulunmuştu.
Buna karşılık, benim neslim bölünmüş bir Kıbrıs’ta büyüdü. Bizler “adamızın” birleşmiş olsa nasıl olacağını hayal etmek için hep çaba sarf etmek zorunda kaldık. Yek vücüt bir kara parçası olan bu adayı yapay olarak ikiye ayıran “yeşil hat”, bizlerin hayallerini, aidiyet duygusunu ve belki de en acısı aşinalıklarımızı da ikiye böldü. Benim jenerasyonum adanın “diğer” tarafına ait koku, görüntü ve arkadaş dağarcığı kurmak ve geliştirmek için yollar bulmak ve gayret etmek zorunda kaldı. Bizler adanın yarısında yaşadık; şimdi aynı yarısında öleceğimizden korkuyorum.
Küçükken, Mağusa’dan Lefkoşa’ya yaptığımız araba yolculuklarında aklım hep adanın güneyine kayardı. Mesarya’nın o sıcak sarılığında ilerlerken, arabanın solunda boylu boyunca uzanan, güneye ulaştığını bildiğim ovaya bakar, “Rum tarafını” düşünürdüm. Meraklanır ve sabırsızlanırdım. O tarafı görmek ve orada yaşayan insanlarla tanışmak isterdim. Babamın bir arkadaşı sınırlar açılmadan önce de ara ara güneye geçerdi. Lefkoşa’ya yaptığımız bu kısa araba seyahatlerinden birinde bize eşlik etmişti. Yine Mesarya ovasında ilerlerken, onu sorulara boğmuş, cevaplarının yardımıyla öteki tarafın nasıl gözüktüğünü hayal etmeye çalışmıştım. Bana bir gün beni güneye geçireceğine dair söz vermişti. Çok geçmeden sınırlar açıldı ve ben adanın güneyini kendi gözlerimle görebildim.
Buna rağmen, güneye dair en canlı anılarımın ve bağlarımın önemli bir kısmı yıllar sonra, merhum Hristofyas’ın sunduğu bir fırsat sayesinde oluştu. 2012 yılında Kıbrıs’ın Avrupa Birliği dönem başkanlığını yürüteceği esnada, Hristofyas ekibine bir grup genç Kıbrıslı Türk’ün geçici çalışan olarak işe alınması için bilhassa talimat vermişti. Kıbrıslı Türklerin de Başkanlık deneyimiyle ilgili fikir sahibi olmalarını istiyordu. Ben de o dönem başvurmuş ve Ulaşma ve Bayındırlık Bakanlığı’nın Avrupa Birliği Ünitesi’nde, Vassilis Demetriades’in gözetimi altında bir dönem çalışmıştım. Daha önceden de Kıbrıslı Rum arkadaşlarımla bolca vakit geçirmiştim, aynı sınıfı paylaşma deneyimim de vardı. Birçok iki toplumlu kampa, gezi ve etkinliğe de katılmıştım. Bununla beraber, birlikte çalışmak, ortak ve somut bir mesele için birlikte endişe duymak ve üretmek bizi, ben ve iş arkadaşlarımı, kuvvetli bağlarla birleştirmiş ve bir araya getirmişti. Buradan Hristofyas’a bize bu olanağı sağladığı için teşekkür etmek istiyorum.
Bugün, eski ağaçların topraktan kökleriyle söküldüğünü, nenelerimiz ve dedelerimizin de dahil olduğu neslin insanlarının yavaş yavaş hayattan ayrıldıklarını görüyoruz. Bazı beklentilerin aksine, bunun Kıbrıs sorununa daha “dinamik” yaklaşımlara yol açtığı gözlenemiyor: olsa olsa insanların Kıbrıs sorununa verdiği önem ve gösterdikleri ilgi azalıyor. Bugün, birleşik bir geçmişe dair daha da az bağları olan yeni bir nesil ortaya çıkıyor. Bazı insanlar “ortak geçmişimizin sorunlarını, karanlık günlerini unutmak çok da fena olmaz” diye düşünebilir. Ancak, kaygılandığım o ki, aslında bizler geçmişin sıkıntılarını unutmuyoruz. Sadece bugünle ve kendi “tarafımızla”, kendi “kısmımızla” meşgul olmaktayız. Bu esnada, birleşik bir geleceğe dair hedef arka plana düşmekte, silik duruma gelmekte. Kabul etmek gerekir ki içinde olduğumuz süreç kimse için kolay değil: 21.yüzyıl biz Kıbrıslıları da teknolojik gelişmeleri, sosyal, ekonomik ve çevre sorunları ile içine aldı. Kıbrıslı Rum ve Türkler kendi sorunları içine gömülmüş durumdalar.
Herkesin kendi ritmine göre dans ettiği bir karnavalın tam göbeğindeyiz. Tüm bu kaosun ortasında, büyürken yürekten inandığımın aksine, “evet, ben de bölünmüş bir Kıbrıs’ta ölebilirim” düşüncesiyle baş başa kalmış, duruyorum. Belki de yeni bir heyecan ile mücadele edebilmek için ilk önce bu gerçeği kabullenmemiz gerekiyor: hepimiz bölünmüş bir Kıbrıs’ta ölebiliriz.