Gazeddakıbrıs-Editöryal Kolektif
Adına ‘felaket’ denilen olaylar dizisi, plansız kentleşmenin, betonlaşmanın ve ekolojik talanın bir sonucu aslında.
Kısacası insan ürünü bir felaket.
Dolayısıyla suçu yağmurda veya olağan üstü bir şeylerde aramak değil, bizzat bu insan faaliyetinin kendisinde aramak en doğru yol olacaktır.
Fakat burada insan derken de tek ve genel bir insan tanımından bahsetmiyoruz.
Elinde gücü bulunduran, sermaye sahibi, her bir yeşil alanı 50-100 katlı bina dikilecek ticari rant alanı olarak gören insandan yani ticari sermaye olarak insandan bahsediyoruz.
Dere yatağına otel yapabilecek kadar gözü dönmüş olan, dağ eteğine villalar dikebilecek kadar doğaya sömürülecek bir ‘şey’ olarak yaklaşan, her dönem bir şekilde kazanmasını bilen fakat kazanırken de toplumsal ve ekolojik olarak genel bir yıkımı örgütleyen insandan bahsediyoruz.
Yüzleşilmesi gereken odak da tam da budur. Tüm ticari ve zümresel çıkarlarına, bitmek bilmez kar arzusuna tüm bir yaşamı mahvetmeyi göze alabilen insan!
*
İkinci mesele sorumluluk mesele. Özellikle gencecik insanların ölümünden dolayı yetkili makamlar en ufak bir sorumlulk kırıntısı duymuyorsa ortada çok ciddi bir sıkıntı var demektir. Vicdan ve ciddiyet sıkıntısı.
Sosyal medyada ve kamuoyunda dolaşan iddialar var.
Yetkililerin görevlerini gerektiği gibi yapmaması, yolda bariyerin olmaması gibi…
Bu iddialar ancak aşağıdan yukarıya ciddi bir soruşturma başlatılarak cevaplanabilir.
Şu an kamuoyunun da talep ettiği ve ihtiyaç duyduğu adım budur.
Yaşananlar üzüntülü açıklamalar yaparak değil, sorumluluk bilinci ile hareket edilerek, gerekirse istifayı da gündeme alarak kapsamlı bir soruşturma yaparak yüzleşilebilir.
Sorun sadece bir ‘felaket’ sorunu değil aynı zamanda bir vicdan ve sorumluluk sorunudur da.
*
Üçüncü bir nokta ise, bundan sonra ne yapılacağı.
Mesela dere yataklarına yapılan hoteller, üniversiteler hala hiçbir şey olmamış gibi oralarda var olmaya devam edecekler mi? Yoksa doğanın talanı devam mı edecek? Yaşananlar net bir şekilde doğanın talanının, tüm bir yaşamın talan edilmesi olarak geri döndüğünü göstermekte.
İklim değişikliği de göz önünde bulundurularak ekolojik ve yaşam hakkı odaklı planlamalarla yaşam alanlarını organize edilecek mi yoksa sermayenin yıkıcı çıkarlarına teslim olmaya devam mı edilecek?
İnandırıcı bir soruşturma yapılıp, halka kafasındaki soru işaretlerini gidermeye yönelik ciddi bir rapor sunulacak mı? Yoksa klasik kktc siyasetinde alışıla geldiği gibi ‘sin de gülle geçsin’ rolü mü takınılacak?
Hakikati mi konuşacağız yoksa hakikatten susacak mıyız?