Geçtiğimiz hafta iyi başlamıştı.
Her şey kontrol altında gibiydi. Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı engelliler haftasında, “devlet adına” engellilerden özür dilemişti. Her sorunu kapsamlı çözmeyi severken, hak ihlallerine yönelik parça parça bir tutum sergilenmesi şaşırtıcıydı doğrusu. Çünkü haklara dair devletin özür dilemesi gereken çok kişi ve grup vardı. Belki de haklara yönelik bize özgü bir hiyerarşik kurgulama mevcuttu. Maronitlerin köylerinden edilmiş olması, yeteri kadar önemli bir insan hakkı değildi. Kormacit’e gidip Maria’nın restaurantında yemek yediğinde fotoğraf paylaşmakta rahatsızlık duymazken, yemeklerine bayıldığımız Maria’dan özür dilemek gibi bir hissiyata kapılmamıştı. Maronit toplumuna borçlu olduğumuz özür de kapsamlı çözümün parçasıydı…
Politik sahnede ahlaki yozlaşmanın doruklarını yaşarken, yarattığımız berbatlığın kökleşmesi için diktiğimiz taş bloklarla ilgili bir düzenlemenin, “KKTC’nin gelişmesine engel görenler” ile bunu konuyu “Rumlara” bağlayanlar ucuz alkış takımının rant kardeşliği ise çoktan meşru ve mutlu bir operasyonun sonucuydu. “Barışçıl” bir yağma operasyonu…
Artık idealist olmak “alaya alınmalıydı.” İlkeler etrafında şekillenen toplumsal ilişkileri arzulamak, hukuku mahalleye göre değil de dünyaya göre kavramak düpedüz aptallık. Günü kurtarmak, toplumsal sorumluluğu ortadan kaldırmak ve “bizim” olduğunu kanıtlama uğruna “bizden” hiçbir şey bırakmayan mekânsal hegemonya önünde engel görmek istemiyordu. Hele son haftalarda yayınlanan “emirnamenin” emirnane olup da düdüğe dönmesi için yapılanlar ailelerin çocuklarının cesaretini kırmamak için alkışlamak zorunda kaldıkları kötü bir çocuk tiyatrosuna dönmüştü.
Günün sonunda hepimiz eşit olsak bile bazılarımızın “daha eşit” olması gerekiyordu. Bu yüzden onların çıkarlarının dengelenmesi gerekiyordu. Hükümetlerin muhtaç olduğu nakdi-kudret vatandaşlar arasındaki daha eşit olanların arzularının tatmin edilmesi ile mümkündü.
Gerisi teorik zırvalar, aşırı unsurlar, rantçı diyerek karalama yapanlardı. Elbette ki teferruattı…
Utanma duygusu çoktan aramızdan ayrılmıştı. Tanrıyı öldüren modern insanın zırnık sürecini yaşayamayan kuzeyli kalabalık; yozlaşı üzerine kurduğu kimliğine yarışanı yaparak 83 model devletünü yaratırken ahlaki sorumluluğunu da gömmüştü…
Gerçeklikten uzak bahaneler diyarımızın en zamansız noktasında yağmur yağmaya başladı…
Yağan yağmur travmalarımızla yüzleşmeye bir çağrı mı; yoksa ertesi gün yokmuş gibi kaynaklarını sömürdüğümüz adanın bizden intikamı mıydı?
Yağmur, önce, yolları yuttu sonra canlıları…
Bu ülkenin “var olduğunu” kanıtlamak için yaptığımız ve türlü türlü usulsüzlüklerin olduğu iddia edilen “duble” yolda 4 kişi hayatını kaybetti.
Tesadüfen yaşadığımız yanılsama diyarında doğa bize gerçeği hatırlattı…
Sadece “iklim değişikliği” ve benzeri büyük kavgaları değil…
Buraların mışlarını ve mişlerini ortaya koydu..
Çöken sadece altyapı değildi, 4 insanın ölümüne sebep olan KKTC iç sıkıntısı olarak yine karşımıza çıktı…
Başbakan sorunu özel mülke bağlamış, kızmayın. Hatta derin bir nefes alın; iyi ki iktidarda mevcut hükümet var, bir başkası olsa konuyu tanrıya bağlayabilirdi…
Geriye kalan noktalarda ise ister inanın ama ister inanmayın hiçbir fark olmazdı!…