Kıbrıs sorununun en kritik başlıklarından biri olan Güvenlik ve Garantiler konusunda yürütülen tartışmalar ve ortaya konan talepler, Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslıların güvenliğini sağlamayı değil, başta Türkiye olmak üzere büyük güçlerin jeostratejik çıkarlarını garanti altına almayı hedeflemektedir.
İşte tam da bu nedenle ve tam da bu gerçeği gizlemek için garantilerin devamı güvenlik gibi hassas bir konu ile birlikte anılmakta, bu konu üzerinden kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği yaratılmaktadır. Garanti Antlaşmasının, ne kişilerin ne de toplumların güvenliği ile hiçbir ilgisi olmadığı gerçeği göz ardı edilmekte ve bilinçli bir manipülasyon süreci yürütülmektedir.
Diğer yandan hiçbir araştırma ve veriye dayanmadan “Kıbrıslı Türkler güvenliğini Türkiye’nin garantisinde görüyor” veya “Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin garantörlüğünü istiyor” yönünde yapılan açıklamalar ile Kıbrıslı Türklere adeta Türkiye’nin garantörlüğünün devamını savunmaları “dikte” edilmektedir. Kimi zaman geçmişte yaşanan toplumlararası çatışmalara atıfta bulunulmakta, kimi zaman Kıbrıslı Rumlar içerisindeki şoven çevrelerin yakın zamanda yaptıkları saldırılara atıfta bulunulmakta ve Kıbrıslı Türklerin siyasi tercihleri korkuları üzerinden yönetilmeye çalışılmaktadır. Ortaklık kuracağımız Kıbrıslı Rum toplumunun aslında her an her şeyi yapabilecek “düşman” olduğu bilinçaltına yerleştirilmekte, toplum Türkiye’nin garantörlüğünü savunmaya ve “Türkiye’den başka sığınacak limanı” olmadığının bilincinde hareket etmeye teşvik edilmektedir. Çünkü jeostratejik çıkarları gereği garantörlüğünü çözüm sonrasında da sürdürmek isteyen Türkiye, bu talebine meşru zemini ancak Kıbrıslı Türklerin garantörlüğünün devamını talep etmeleri ile sağlayabilir.
Garanti Antlaşması, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini Enosis ve Taksim tehlikelerine karşı korumayı hedefliyordu. Ancak esas olan bu anlaşmayı imzalayan üç NATO müttefiki Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallığın, Kıbrıs’ın “bağımsızlığını garanti” altına almaları, yani Kıbrıs’ın NATO ve batının denetiminden çıkarak, Sovyetler Birliği veya Bağlantısızlar Hareketi ile birlikte hareket etmesini önlemeleriydi. Sonuç olarak, Garanti Antlaşması, ne Kıbrıslı Türklerin ne de Kıbrıslı Rumların güvenliği için imzalandı. Garanti Antlaşması, NATO’nun Kıbrıs üzerindeki ve bölgedeki çıkarlarını güvence altına almak için imzalanmış bir antlaşmadır. Bu antlaşmanın devam etmesini savunmak da savaş makinesi NATO’nun bölgesel çıkarlarına hizmetten başka bir şey değildir.
Bu noktada, Garanti Antlaşmasının özünü oluşturan ilk iki maddesine bakmakta fayda var. Çünkü bu antlaşma bizzat imzacıları, yani bugün de güvenliğimizi sağlamak isteyen garantörler tarafından ihlal edilmiştir. Antlaşmanın birinci ve ikinci maddelerine göre Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni tanımayı ve garanti etmeyi taahhüt ediyorlar.
Oysa imzacılardan Yunanistan, Kıbrıs’a silah ve asker yığınağı yaparak, gizli servisleri ve EOKA aracılığı ile toplumlararası çatışmaların körüklenmesinde önemli bir rol oynadı ve 15 Temmuz 1974’de, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı askeri darbe gerçekleştirdi. Bir diğer imzacı Türkiye, Özel Harp Dairesi aracılığı ile Kıbrıs’a silah yığınağı yaparak, toplumlararası çatışmaları kışkırtmak ve Taksim tezini mümkün kılmak için TMT’yi kullandı. Türkiye, 20 Temmuz 1974 askeri müdahalesi ile Kıbrıs’ı ikiye bölerek, işgal ettiği kuzey kesiminde ayrı devlet ilan etti. İngiltere ise böl-yönet siyaseti ile toplumlararası çatışmaları körüklemekten geri durmadı. Gerek toplumlararası çatışmaları, gerekse de Yunanistan’ın darbesi ile Türkiye’nin askeri müdahalesini izlemekle yetindi. Kıbrıslılar ve Kıbrıs, garantörler nedeniyle uzun yıllar güvenlikleri tehdit altında yaşadı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve anayasal düzeni yerle bir edildi.
Her üç garantör de Garanti Antlaşmasının kendilerine yükledikleri sorumlulukların tam tersini yaptılar. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar, garantörlerin sorumsuzluğu nedeniyle silahlı çatışmalar, cinayetler, toplu katliamlar, darbeler ve işgaller yaşadı. Dolayısı ile güvenliğimiz için en büyük tehdit garantilerin devamıdır!
Garanti sisteminin devamına ihtiyaç yoktur. Ancak her iki toplumunda güvenlik ile ilgili endişelerini giderme ihtiyacı vardır. Bunu garantilerden bağımsız bir şekilde sağlamanın yolları vardır. Bazı örnekler verelim. En başta geleni her iki liderin üzerinde uzlaştığı gibi federal polis gücünün iki toplumdan eşit oluşturulacak olması ve oluşturucu devletlerin kendi polis ve yargı erkine sahip olacak olması güvenlik ile ilgili endişeleri karşılayacaktır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nde böyle bir eşitlik yoktu. Ayrıca çok uluslu bir polis gücü de olacaktır. Bunun yanında Federal Kıbrıs bir AB üyesi olacaktır. AB hukuku ve yasalarının güvenlik konusunda sunduğu birçok imkânın yanı sıra, AB, her hangi bir üye ülkesinin bozulan düzenini yeniden tesis etmeye yönelik yasal bir düzene sahiptir.
Tüm bunların yanında çözüm ve barışın en önemli güvencesi, her iki toplumdaki ilerici güçler olacaktır. Yıllardır verilen çözüm ve barışa ulaşma mücadelesi, çözüm ve barışı yaşatma ve geliştirme yönünde ilerleyecektir. Bir arada yaşamanın olmazsa olmazı olan federal kültürü, yeni yaşamın her alanında örmek, iki toplumunda güvenliğinin tesis edilmesi ve garanti altına alınması için en önemli unsurdur. Bunu başarmak tüm ilerici güçlerin Birleşik Kıbrıs’ta birincil görevi olacaktır.