Editör notu: Bu yazı ilk olarak www.tabella.org sitesinde yayınlanmıştır. Bu yazıyı Tabella’nın hem yayın kurulu hem de yazının yazarının izniyle yayınlıyoruz.
Yakın zamanda iki devletli çözüm önerisinin ön plana çıkmasının ışığında Mertkan Hamit tarafından Gazeddakıbrıs’ta dikkat çekici bir yazı dizisi yayımlandı. “Kıbrıs’ta ‘Halk’ tartışmaları üzerine” başlıklı bu yazı dizisi, hangi görüşten olunursa olunsun mutlaka okunması ve üzerine kafa yorulması gereken bir çalışma.
İçerisindeki konular çok boyutlu, çok disiplinli olarak ele alınabilir bu yazı dizisinin. Şu anda okuduğunuz yazının maksadı, bu yazı dizisinde yer alan, işgal ettiği yer küçük olsa da önemli bir gözlemi sorgulamak.
Söz konusu tespit “Halk icat etmenin bedeli ya da başka bir deyişle iki devletli çözüm mümkün mü?” yazısında yer almaktadır ve şu şekildedir:
“Sonuçta halk olgusu eğer coğrafya ile ilişkilendirilmişse, Kıbrıs Türk halkı ulusal referansı oluşturmakta o açıdan da yetersiz kalmaktadır. ‘Kuzey Kıbrıs halkı’ ise coğrafi referansı oluşturmasına rağmen; insanların kendini Güney Kıbrıs coğrafyası ile ilişkilendirdiğini (hali hazırda Baf, Limasol ya da Larnaka kökenli insanların duygusal bağı ortadadır – aktif şekilde örgütlenip etkinlikler de gerçekleştirmektedir) hesaba kattığımızda bunun da kapsayıcı olmayan bir iddia olduğu ortaya çıkmaktadır.”
Burada meselenin daha sonraları detaylarına inilen siyasi boyutlarından bağımsız olarak, sırf psikolojik bir düzlemde “Kuzey Kıbrıslılık” kimliğinin ne derece hâkim olduğunu sorgulamaktır. En azından sosyal boyutta “Kuzey Kıbrıslılık” kimliğini saf dışı bırakmak için kullanılan argüman buna dayalı olduğundan bunun sorgulanması önemlidir.
Burada argüman anekdotal bir temele oturtulduğundan, ben de bu şekilde başlayacağım. Anne veya baba tarafımda göçmenlik olmadığı için birinci elden yorum yapamayacağım, ancak yine de gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.
Limasol, Baf veya Larnaka’yı hatırlayacak yaşta göç etmiş olanların böyle bir aidiyeti hissetmesi elbette ki kaçınılmazdır. Hem örneğin Limasol göçmenleri Girne’ye beraber yerleştirildiklerinden hem de birinci elden aktarılan hikâyelerle toplumsal hafızanın bu boyutunun bir sonraki nesle aktarılması da doğaldır.
Ancak 1998 doğumlu, Kuzey Kıbrıs oluşumunun içerisinde yetişmiş bireylerin bir çocuğu olarak, kendi akranlarımda adı konulmayan bir Kuzey Kıbrıslılık bilinci olduğunu iddia edebilirim.
Bu bireylerin siyasi yönelimlerinden bağımsız bir durumdur. Bilinçli olarak ister kendisini “Türk” veya “Kıbrıs Türkü” olarak tanımlasın, ister “Türkçe konuşan Kıbrıslı” olarak tanımlasın, hem kendilerinin hem de anne babalarının hayatları Kuzey Kıbrıs coğrafyasında geçmiş olan bireylerin kullandığı coğrafi referans noktası Kuzey Kıbrıs’tır.
Bu kişilerin Kıbrıs’ın birleşmesini savunmasıyla alakalı bir durum değildir. İddia edebilirim ki, Kıbrıs’ın birleşmesini savunan gençlerin pek çoğu, Kıbrıs haritasında Dipkarpaz veya Lefke’yi gösterebilecek, ancak Akamas’ı, Poli’yi göstermekte zorlanacaktır. Girne Kalesi’nin, St. Hilarion’un siluetini gördüğünde tanıyacak ancak Baf Kalesi’ni tanıyamayacaktır. Salamis harabelerini pek iyi bilecektir ancak Kurion’u, Hirokitia’yı duymamıştır. Geçtiğimiz haftalarda Mustafa arkadaşımın kaleme aldığı yazıda işaret ettiği gibi Leymosun’un Limasol, İskele’nin Larnaka olması bu yabancılaşmanın bir tezahürüdür.
Bunun eğitimden kaynaklanan ve yine eğitimle düzeltilmesi gereken bir durum olduğu savunulabilir. Ancak konuyla ilgili aktif bir girişim gerekmesi, bu girişim ne kadar haklı bulunursa bulunsun, bunun kimlik algısının doğal eğilimi dışında bir kimlik mühendisliği örneği olacağı anlamına gelir. 21. yüzyılda Kuzey Kıbrıs’ta yetişen gençlerin, bilinçli olarak kendisini tüm Kıbrıs’a ait gördüğünü iddia etse de, bu iddianın karşılığını verecek şekilde tüm adaya aidiyet duyması pek zordur.
Kaldı ki eğitimle kuzeydeki şehirlerle, bölgelerle bağların güçlü tutulmaya çalışıldığı Rum toplumuna bakmak durumu daha da iyi ortaya koymaktadır. Her ne kadar kuzeydeki şehirleri, kültürel miraslarını bilseler, “işgal altındaki topraklarının özgürleşmesi” için bir istek duysalar da, Kuzey Kıbrıs’taki mekânlar Kıbrıslı Rum gençlerin tecrübelerinde önemli yer tutmamaktadır. Girne Kalesi’nin varlığını, zamanında gönderine Yunan bayrağının çekildiğini, ailelerinin Girne kökenli olduğunu bilmek elbette ki gençlerde etkiye sahiptir. Ancak yaşanmışlıklarla bezenmemiş bu etki, daha ziyade semantik bir bilgiden bir ibarettir. Mesela ailesi Esentepe göçmeni olan bir arkadaşımın köyünü ziyareti, ilginç bir tecrübe olsa da duygusal olarak anlamlı olmamış, aidiyet duygusu uyandırmamıştır.
Kıbrıslı Rum gençler arasındaki referans noktası, söylenmesi her ne kadar tabu olsa da Güney Kıbrıs’tır.
Gitmesek de, görmesek de… Bir yerden sonra o köy bizim köyümüz olmaz. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.
Bu dediklerim elbette evrensel gerçekler değildir. Gerek Kıbrıslı Türk, gerek Kıbrıslı Rum gençler içerisinde yetiştirilişlerinden mütevellit veya bilinçli çabalarla bu referans noktalarını değiştirebilenler olmuştur. Ancak bunlar normdan ziyade istisnadır.
“Kuzey Kıbrıslılık” bilinci, 44 yıldır bu coğrafyada kendine yer bulmuş insanlar ve onların çocuklarını, hem de yukarıdaki yazı dizisinde “Kıbrıs Türk halkı” kavramının yetersizliğine alamet olarak gösterilen geleneksel tanımların ötesinde yer alan kimlik tanımlamalarını içinde barındırabilecek bir mefhumdur. Kıbrıslı Türklere özgü değildir. Bu nedenle de üzerinde durulması gerekir.
Ancak bunların tamamı kişisel gözlemler ve anekdotal noktalardan ibarettir. Bu da elbette ki bilimsellikten çok uzaktır. Belirttiğim üzere çok sayıda istisna olabilir veya gözlemlerim kendimin bir göçmen çocuğu olmamasının da etkisiyle tek taraflı olabilir. Bu yazının başlığının bir soru cümlesi olması da bundandır. Özellikle göçmenlerin çocuklarının ve torunlarının aidiyet hisleriyle ilgili çok ilginç bilimsel çalışmalar ortaya konulabilir.
Ailelerinde göçmenlik tecrübesi olan genç arkadaşlarımızın aidiyet duygularıyla ilgili anlatılarının Tabella’da yer almasını çok isterim.