Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümet Sözcüsü Kiriakos Kusios, geçiş noktalarının açılmasının “koşullar elverdiği zaman hükümetin gündemine gelecek” dedi. Muhtemelen, kktc dışişleri bakanı Özersay’a sorsanız muhtemelen onun cevabı da “Koşullar elverdiği zaman” şeklinde olurdu.
Ancak, koşulların elverdiği konusunun göreceliliğini nasıl anlayacağız?
Mesela bilime mi güveneceğiz?
Son hesaplamalara göre adanın kuzeyinde de güneyinde de pandeminin yayılma katsayısı R0 değeri 1’in altında. Bu aslında yayılmanın her durumda kontrollü bir şekilde azalacağı anlamına geriyor.
Ancak geçiş noktaları açık değil. Bu yüzden de binlerce insan iş, sağlık hizmetleri, eğitim nedeniyle sorunlarla karşılaşıyor.
Benzeri bir şekilde, Pile köyünde yaşayan insanlar, arada sıkışmışlık halini çok daha acı şekilde yaşıyor.
Bunlar, önemli bir nüfusun, pandemiden dolayı ciddi bir şekilde hak mahrumiyeti yaşadığını gösteriyor.
Bunun dışında ekonomik ve ticari ilişkilerde de sıkıntılar olduğu su götürmez bir gerçek.
Güneyden kuzeye kayda değer bir talebin olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde yeşil hat düzenlemesinin tüm kısıtlamalarına rağmen kuzeyden güneye mal satan birçok kişinin de olduğunu biliyoruz.
Doğal olarak buralarda da sıkıntılar yaşanıyor ve “koşullar elverdiği zamana” kadar da bu sıkıntılar devam edecek.
Tüm bunların yanında sosyal bağlarla ilgili olarak da sorunlar yaşanıyor.
Diğer taraftan gün geçtikçe geçiş noktalarının açılmasına yönelik talep daha güçlü bir hale geliyor.
Bir kısım insan, sağlığı ön plana atarken, ELAM gibi faşist unsurlar “kuzeyin ekonomisini yıkmak için kapıların kapalı kalmasını” savunuyor. Bizdeki faşist unsurlar ise “Kıbrıslı Rumların hastalık yayacağını” iddia ediyor.
Tüm bunlar olurken, Kıbrıs adası her zamankinden çok daha hızlı bir şekilde bölünüyor.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin, Mustafa Akıncı’nın mektubuna cevaben gönderdiği mektupta; “geçiş kapılarının yeniden açılması için düzenlemelerde ortak mutabakat beklediği” vurgusu önemlidir.
En azından milliyetçi aşırı unsurların, ayrılıkçı planlarına karşı bütüncül bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Ancak bu açıklama tek başına yeterli değildir.
Görünen o ki, siyasi aktörler kapıların açılmasının gerekliliğinde hem fikir. Bunun için zamanın ne olacağı ise muamma. Bu belirsizlik durumu, maalesef uzun dönemli planlama yapma fikrini de öteliyor. Oysa ki, benim sorum şu: hazırlıksız yakalandığımız ilk dalga COVID19 sürecinde kapıları kapatarak çözüm bulmaya çalışıp bir sürü mağduriyet yarattık, ikinci bir dalga olursa, yine Kıbrıs adasını etnik çizgilere ikiye ayırarak mı konuyu çözmeye çalışacağız ?
Yani varsayalım Eylül ayında ikinci bir dalga olursa, yine öğrencileri mağdur mu edeceğiz? Bir dönem daha eğitim haklarını ellerinden mi alacağız ?
Kendi toplumu için belirlemiş çizgilerin dışında yaşamayı seçenleri yine zor koşullara mı iteceğiz ?
Güneyde çalışanları bir kez daha işsiz kalma riski içine mi atacağız ?
Güneyde tedavi gören hastaları başlarının çaresine mi bakmasını isteyeceğiz ?
Bu kadar mağduriyet yaratarak, daha fazla sorun mu daha fazla çözüm mü bulacağız?
Eğer Kıbrıs’taki taraflar bu konuda gönülsüz ve akılsız bir şekilde hareket etmeyi seçmişse, buna kim bir dur diyecek ?
Bana göre buradaki esas sorumlu Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’taki Barış Gücü Misyonudur.
Adadaki sorunun çözümünde rol oynayan Birleşmiş Milletler Barış Gücü İyi Niyet Ofisleri bu soruna karşı aşamalı bir kriz planı geliştirip, iki tarafın da hareket edecek bir çerçeve oluşturmasını beklemek adada yaşayan her Kıbrıslının meşru bir beklentisi olmalıdır.
Mevcut siyasi tıkanıklığı BMGK’nın 186 numaralı kararının onaylanmasından, yani 1964 yılından beridir takip eden bu örgüt bu konuda yapıcı rol oynamayacaksa ne zaman işe yarayacak ?
Eğer, BM’nin insani krizlerde mağduriyetleri yönetme kapasitesi olmayacak, sadece yeşil hattaki gelişmeleri raporlayıp, sadece kuzeydeki belli bir bölgede yaşayan Kıbrıslı Rumların sorunlarına çözüm bulmaya mı çalışacak sadece?
Liderlere akşam yemeği düzenlemek dışında bir görev üstlenmeyecek mi ?
Şu ana kadar BM’nin kendi kapasitesiyle gerçekleştirdiklerinin işe yaramaz olduğunu söylemiyorum.
Ancak, 2003 yılından beri Kıbrıs adasında geçiş noktalarının açılması ile beraber Kıbrıstaki sürer durum dönüşmüştür. BM’nin görevi sadece yeşil hattı korumaktan fazladır.
Bu süreç içinde Kıbrıs adasında farklı yaşam biçimleri oluşmuştur. Ancak, Birleşmiş Milletler yeni yaşam biçimlerini anlayıp, onların mağduriyetlerine yönelik çözümler üretmekten çok uzakta bir konumdadır.
Kendini yeşil hatta hapsetmiş, işlevsellikten uzak bir durumdadır.
O yüzden, Covid19 salgınının ilk dalgasında iki toplumun birlikte çözümler üreteceği bir zemin dahi yaratılamamıştır. İki toplumlu sağlık komitesinin sürecin merkezinde olmasını sağlayıp, egemenliğin neşrettiği Kıbrıs adasının bütününe dair, bir genel COVID19 stratejisi dahi yapılması noktasında başarı sağlanamamıştır.
Bunlar için çeşitli “hassas politik” sebepler olduğu ifade edilebilir. Ancak tüm “hassasiyetler” Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’taki milliyetçilere yenildiği ve onların hassasiyetlerine cevap vermekten, adadaki esas misyonuna odaklanmayı unutmuştur.
Söz konusu olan insani bir krizken, en azından Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün konuyu etnik çerçevelerin dışında, adanın tümünü kapsayacak şekilde anlaması, ona göre çözüm mekanizmaları geliştirerek tarafları işbirliği içinde çalışmaya ikna etmesi gerekirdi.
Ancak, başarısız olmuştur.
Avrupa Birliği’nin maddi katkıları olurken, Birleşmiş Milletler’in maddi ve manevi olarak işlevsiz bir şekilde yeşil hattı bekler durumda olması BM’nin kendi misyonuna en büyük ihanetidir.
Bu ihaneti ikinci dalga olasılığında tekrarlayacak mı? Esas soru budur.
BM’nin Kıbrıs Misyonu, ikinci dalga konusunda çok daha etkin bir şekilde hazırlanması ve adada iki taraf arasındaki bir aktör olduğunu kanıtlaması gerekmektedir.
Bana göre, olası ikinci bir dalgada kuzey – güney arasında geçişlerin sürekliliğinin sağlayan, iki ayrı unsur değil birbirine ihtiyaç duyan bir yapı olduğunun kanıtlaması gerekmektedir. Bunlardan kaçanların niyetinin ilgili BM kararları ile çeliştiği gösterilmelidir. Geçiş noktalarının varlığından ötürü yeni mağdurların yaratılmayacağı bir formülü oluşturması Birleşmiş Milletler’in meşru olarak varlığını kanıtlaması için gereklidir.
Aksi takdirde, böylesi insani konuda bile insanların hayatlarına dokunamayan bir örgüt olarak BM’nin Kıbrıs’taki varlığı çok daha sorgulanır bir hale gelecektir. Hal böyle olunca da, kapsamlı çözüm müzakerelerindeki rolü de tartışmalı bir hale gelecektir.
Kıbrıslılar olarak, yaşadığımız COVID19 sürecinde, insanlığın ortak acıları ile bütünleşirken, yaklaşan ekonomik ve sosyal zorlukları deneyimlerken, Kıbrıs adasında bu konu temelinde empati ve ortak gelecek anlayışını inşa etmek istiyorsak “koşullar elverdiği” zamanı beklemenin değil harekete geçmenin zamanıdır.