DAÜ İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi ve Gazeteci İbrahim Beyazoğlu
Basın yayın organlarını terörizmden ayıran çizgi pandemi günlerinde iyice bulanıklaştı. Felaket tellallığı bir noktadan sonra terörizm tanımına uygun düşecek bazı nitelikler kazandı. Tamam, terörden ne kastettiğimizi belirtmek şart. Terör bazen tanımlaması zor, tartışmalı ve riskli bir kavram. Yine de şunu iddia etmek mümkün gibi: Halkı şoke etmek ve alarma geçirmek terör örgütlerinin sık sık başvurduğu bir yöntemdir. Cihada katılan köktendinci teröristlerin edimlerini belirleyen yöntem bu değil mi? Peki buna benzer öznel bir dile yaslanan basın ve terör arasında benzer bir ilişki yok mu? Özellikle huzurun pamuk ipliğine bağlı olduğu toplumlarda, paramiliter terör (yani korku aşılama anlamında) ve basının güvensizlik yaratan haber dili arasında anlamlı bir ilişki kurmak mümkün mü? Terör söylemlerinde belirleyici olan riskin belirsizliğinden kaynaklanan spekülatif bir korku ise, kimi gazetecilerin ve teröristlerin benzer bir “öz”den beslendiklerini iddia etmek mantıksız mı?
Cevap hem evet, hem hayır. Çünkü siyasi terör eylemleri bilerek ve isteyerek, şiddeti araç ve amaç kılarak yapılır. Salgın haberlerinin bu doğrultuda ya da siyasi ve kamusal bozgunculuk güdülerek yapıldığını sanmıyorum. Basın emekçileri, teröristler gibi, kendi halindeki insanların hayatlarını “siyasi” bir amaç uğruna gözden çıkarmak istemiyor. Ancak kullandıkları dil ve bu dilin etkileri etik olarak tartışılır. Hatta, bu dil için ahlaki açıdan şüpheli diyebiliriz. Yalancı çobanın güncel versiyonunu akla getiren bu haber anlayışını kamuoyu üzerinde oluşturduğu korku bulutu sebebiyle terörist addetmek yetmez. Hele ki kamuoyunu terörize eden bu kurabiye kalıbından çıkma ifadelere basın sansasyon ihtiyacı içerisinde başvurmuşsa. Oysa biz tam da bu nedenle salgın gazeteciliğin sağlık haberciliği açısından uygun olup olmadığını mesele haline getirmeliyiz. Yapılan haberlerin “iyi” niyet barındırdığını varsaymak veya haber dilinin açık bir şiddet sergilememesi sağlık haberciliğinin hakkını verdiğimiz anlamına gelmez.
Son olarak; adadaki gazetecilere sağlık gazeteciliği eğitimi vermeli ve gazetelerde ayrı bir sağlık muhabirliği icra edilmeli. Ama gelin görün ki böyle bir etik talep, “pratik zorluklar” gibi “mücbir” sebeplerden dolayı bizim fauna ve floramızda pek mümkün görünmemektedir. Kuzeydeki medya ekonomi politiğine baktığımız zaman kaç gazete sahibi veya editör, böyle etik bir talebi dikkate almak ister ki? Kıbrıs Türk basınında etik, hassasiyet gibi talepler önemsiz ve konu dışıdır. Ancak “mücbir” sebepler sorumluluktan kaçmak için sığınılan bahaneden başka bir şey değildir. En önemli ve sıkıntı yaratacak sorun da budur zaten. Salgın dönemi haber yapamıyoruz. Basın, maalesef, bende büyük ölçüde duyarsız ve mesleğin gerektirdiği niteliklerden yoksun olduğu izlenimi uyandırıyor.