Son günlerde Kıbrıs’ın kuzeyinde derin bir çöküş yaşanıyor. Bir taraftan, Kutlu Adalı’nın artık “failleri belli” katliamı; diğer taraftan ada içinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin kayyumlarını hatırlatan müdahalelerin ve atamaların gerçekleştirilerek Kıbrıslıtürklerin iradesinin tamamen devre dışı bırakılması ve derin devlet yapılanmasının her dönem olduğu gibi gerçekleştirdiği yasa dışı faaliyetler, adanın kuzeyinin bir ülke değil, bir lağım çukuru haline getirildiğini gözler önüne seriyor.
Kıbrıslıtürklerin ‘güvenliğini sağlama’ safsatasıyla 1974’ten beri fiili olarak Kıbrıs’ın kuzeyine konuşlanan Türkiye ve varlığını dayandırdığı garanti sistemi, Kıbrıs’ın kuzeyinin kirli ilişkiler ve mafya düzeni içinde yok olmasının da önünü açıyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde mevcut koşullarda çok seslilik ortamının daralması, tehditler, korku oyunları ve tüm bu olan bitenlere karşı parmağının arkasından ses vermeye çalışan siyasi elitlerin dayanılmaz tutumu ise, adadaki tutsaklık halini derinleştiriyor.
Gazedda Kıbrıs Editoryal Kolektifi olarak tüm bu gelişmelerin ışığında konuyu daha geniş bir çerçeve içinde ele alarak anlatmanın son derece gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatmayı bir zorunluluk olarak görüyoruz.
25 Mayıs tarihinde Serdar Denktaş’ın “Kıbrıs’ta o dönem Türkiye tarafından direkt veya Türkiye eliyle bir şey yapıldığında çok fazla sorgulanmazdı, bir bildiği var diye. Birçok olayın içeriğiyle ilgili Kıbrıs’ta kimsenin bilgisi ve haberi yoktur” sözleri ve HP Genel Başkanı Kudret Özersay’ın ortaya koyduğu iddia bu anlamda önemli bir hareket noktasıdır. Özersay, ortaya koyduğu iddiada ” Kutlu Adalı cinayeti dosyası ortada yok, 1990larda hazırlanan polis dosyası kayıp” olduğu dile getirildi.
Bu iddia demokratik bir siyasi ortamın olmazsa olmazı olan, “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” meselesi ile birlikte ele alınmalıdır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde bu ilkelerin gerçekleşememiş olmasının temel nedeni, devletin kolluk kuvvetlerinin, kktc anayasası Geçici 10. madde uyarınca polisin, sivil iradeye yerine Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı olması ile ilintilidir. Yani adına “devlet” denen kktc’nin “egemen ve bağımsız” bir devlet olma iddiasını ortadan tamamen kaldırmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerek Özel Harp Dairesi gerekse de Sivil Savunma Teşkilatı üzerinden gerçekleştirdiği kirli emeller, Kutlu Adalı’nın katledilmiş olmasının itiraflarla ortaya çıkması ile kanıtlanmıştır. Nitekim özellikle 80’li ve 90’lı yıllarda muhalif siyasal partiler kurşunlanmış ve bombalanmıştır. Muhalif siyasilere çeşitli saldırılar düzenlenmiştir. Hal böyle olunca, kktc’nin devlet olma iddiasından ve sivil demokratik iradeden bahsedebilmemiz, hesap verebilir ve şeffaf bir yönetim için geçici 10. maddenin kaldırılması olmazsa olmaz olmalıdır. Ancak sadece bu yeterli değildir.
Adanın kuzeyindeki yapının da uluslararası hukukun bir parçası olmadığı koşullarda, 10. maddenin olmaması hala daha paralel “teşkilatlanmalar” aracılığı ile gerçekleştirdikleri eylemlerin devamlılığını sağlayabilir. Adanın kuzeyinin uluslararası hukukun bir parçası olmasının koşulları ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı ilgili kararlarla açıktır. Bu kararlar “tek vatandaşlığı, tek egemenliği ve tek uluslararası kimliği olan iki bölgeli iki toplumlu federal bir devlet” yaratılması gerektiğini vurgulamaktadır.
Ancak bu görüşmelerdeki tıkanıklardan en önemlisi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adadaki varlığını belirleyen Güvenlik ve Garantiler konusudur. Bilindiği gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasını ve toprak bütünlüğünü garanti altına alma iddiasıyla oluşturulan mevcut Garanti sistemi Kıbrıs adasına tek yanlı askeri müdahale yapma yetkisini tanır. Bu aslında temel olarak adada yaşayan toplumların egemenliğini kısıtlayan bir yetkidir. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir başka nokta ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kktc’nin ya da sadece Kıbrıslıtüklerin değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü olduğudur. Bu yetkinin hukuk dışı bir şekilde ilan edilen kktc’nin anayasasında Geçeçi 10. Madde ile devam etmesi, esasen egemenlik haklarının yani başka bir deyişle siyasi iradenin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gölgesine itilmesidir.
Sedat Peker’in yaptığı ifşaatlar sonrası ortaya çıkan iddialar, özellikle de Atilla Peker’in Kutlu Adalı cinayeti çerçevesinde verdiği ifadede yer alanlar “Kıbrıslıtürklerin güvenliği” gerekçesinin tamamen bir uydurmaca olduğunu ortaya koymaktadır. Halbuki Kıbrıs adası bir ülkedir. Başka bir coğrafyanın uzantısı değildir. Başka bir coğrafyanın arka bahçesi hiç değildir. Ada sakinleri kendi geleceklerini, kendilerinin belirleme yetki ve kararlılığına sahiptir.
Bu açıdan baktığımızda kktc Anayasası’ndaki geçiçi 10. madde de; güvenlik üzerinden oluşturulduğu iddia edilen garantörlük sisteminin devamı da adadaki siyasi iradeyi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gölgesine iten durumları oluşturmaktadır. Başka bir deyişle geçici 10’uncu madde, adanın kaderi ile ilgili, iç ve dış self-determinasyon uygulanmasına dair konulardaki yetkiyi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne devretmekte, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkelerinin altını boşaltmakta, kktc’yi bir alt yönetim yapmaktadır.
Kıbrıs adasının geleceği, Kıbrıs adasını yurt bilenlerin iradesiyle belirlenmelidir. Başka bir ülkenin iradesinin gölgesine girilmesi adanın taksim edilmesine ya da enosis’ine denktir.
Meseleye geniş çerçeveden baktığımızda, yaşanan tüm bu karmaşa, esasen Taksim zihniyetinin bir sonucudur ve tüm yurttaşları olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla, Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün ana sebeplerinden biri olan garanti sistemini milliyetçi kurgularla değil, yurt hakkımız üzerinden ele almalı ve bu konudaki korkuların aşılıp garanti sisteminin ortadan kaldırılmasının önü açılmalıdır.
Böylelikle Kıbrıs sorunun çözümünün yolu açılabilir ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki çöken iğrenç yapıdan bu topraklar üzerinde yaşayanların kurtulması ve iradenin, egemenliğin ve insan haklarının yeniden tesis edilmesi sağlanabilir.
Bu anlamda, siyasi seçkinlere çağrımız, ezber söylemleri bir kenara bırakarak gerçek anlamda hesap verebilir ve şeffaf bir yönetim yapısının temellerini kurmaya yönelik çalışmaları, faili belli olaylara dönük irade göstermeleri, Kıbrıs adasına arka bahçe muamelesi yapılmasına karşı irade göstermeleri ve tüm bunlara ancak ve ancak Kıbrıs sorununun çözülmesiyle, askersizleştirilmiş, her türlü müdahale hakkının ve garanti sisteminin ortadan kaldırılarak gerçek anlamda federal bir devlet kurulmasıyla sahip olabileceğimizi açık ve net bir şekilde ifade ederek gereğini yerine getirmeleri, kktc denen yapıyla yürünecek bir günümüzün dahi olmadığını idrak etmelidir.
Çünkü garantilerin yol açtığı Kıbrıs’taki fiili durum taksimin kendisidir!
Çünkü garantilerin yol açtığı durum, cinayet, kara para aklama ve uyuşturucu trafiğinin kendisidir.