On yıllardır Kıbrıs’ta federal bir çözüme ulaşmak için siyasi müzakereler yürütülüyor. İzlenen yöntem BM gözetimin de, toplumlar adına liderlerin yürüttüğü kapsamlı çözüm müzakereleri.
Pek görünür olmasa da perdenin arkasındaki esas aktörler her zaman garantör devletler ve NATO’ydu. 1959-60 anlaşmalarına giden süreç NATO zirvesinde kotarılmış, önce garantörlerce ardından da toplum liderlerince imzalanmıştı. 15-20 Temmuz 1974 süreci yine NATO zirvesinde kararlaştırılmış ve garantörlerce uygulamaya konmuştu.
Yıllardır devam eden bölünmüşlük ve çözümsüzlük de emperyalizmin çıkarları öyle gerektirdiği için. İç dinamiklerin yetersiz kaldığı yerde, dış dinamiklerin belirleyici olduğu bir coğrafya Kıbrıs!
Doğal gaz faktörü Kıbrıs’ta yeni bir durumu gerekli kılıyor. Söz konusu olan, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının kapitalizmin hizmetine güvenlik içerisinde ulaştırılması.
Mont Pelerin ve Crans Montana zirvelerinde “uluslararası aktörlerin”, “çözüm” konusunda ısrarcı olması ve bu ısrarın halen devam etmesi bu yüzden. Tabi ki onlar için öncelikli ve esas olan enerji planlamalarının ve bölgenin, rakip güçlere karşı güvenliğinin temin edilmesi. Son dönem de Kıbrıs’ın da dâhil olduğu Doğu Akdeniz’in militarizasyonu bu sürecin bir parçası.
Eğer iç dinamikler, Kıbrıslı barış ve çözüm güçleri, çözüm konusunda belirleyici olamazlarsa, yine dış dinamiklerin, emperyalist güçlerin şekillendireceği bir yeni durum, “çözüm” ile karşı karşıyayız. Bu yeni durum hiç de düşlediğimiz ve beklediğimiz gibi bir çözüm olmayabilir. Zira esas olan enerji planlamalarının ve bölgenin güvenliği olunca Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe terk etmek de onlar için bir seçenek.
Kıbrıslılar olarak ya kalıcı bölünme ve Kıbrıs’ın kuzeyinin Tayvanlaşması, ya da federal çözüm ikilemi ile hiç olmadığı kadar karşı karşıyayız. Eğer süreci, emperyalist güçlere, garantörlere ve her iki liderin insafına bırakırsak, ya da yalnızca siyasi düzey de bir mücadele öngörmekle yetinirsek, geçmişteki örnekler de olduğu gibi hakkımızda alınan kararların uygulayıcısı olmaktan öteye gidemeyeceğiz.
Peki ne yapmalı? Her şeyden önce Vincent Ostrom’un dediği gibi federalizmin yalnızca bir devlet yönetme veya sorunları çözme şekli olmadığı, bir yaşam biçimi olduğu gerçeğinden hareket etmeliyiz.
Etnik kökeninden bağımsız olarak her Kıbrıslı, yaşamını ve yaşamı federal temel de örgütlemeli. Kapsamlı siyasi çözüm için mücadeleye devam ederken aynı zaman da, federal yaşamı önce kendi yaşamlarımızda, ardından da daha geniş alanlar da kurmaya başlamalıyız.
Eğitim alanında çok toplumlu, çok kültürlü, çok dilli alternatif federal süreçleri geliştirmeliyiz mesela.
Bir makaleyi veya kitabı kaleme alırken, bir şiiri yazarken, bir düşümüzü resmederken veya bir heykele biçim verirken tekçi, ayrılıkçı ve milliyetçi anlayışlara inat sınırları aşarak tüm Kıbrıs’a hitap edebilmeliyiz.
Gerek siyasi gerekse de diğer mücadele alanlarında atacağımız her adımda, Kıbrıs’ın tek bir ülke olduğu anlayışı ile ilerlemeli, toplumlararası ortaklıkların, işbirliklerinin, birlikte üretimin ve birlikte yaşamın temellerini atmalıyız. Dayanışmayı her alan da ve tüm adada örmeliyiz.
Ancak federalizmi, federal yaşam biçimini hayatın her alanın da içselleştirebildiğimiz ve örgütleyebildiğimiz oran da, bölünmüşlük karşısında yeniden birleşme ve barış için kalıcı ilerleme kat edebiliriz.