Kıbrıs sorununun doğuşu, toplumlararası çatışmalar, adanın fiilen bölünmesi ve ardından kuzeyde oluşturulan hukuk dışı yapı sömürgeci politikaların ve milliyetçiliğin bir ürünüdür.
Bu ada üzerinde yaşayan insanlar on yıllar boyunca sömürgecilikten ve Türk-Yunan milliyetçiliklerinin birbirlerini besleyerek oluşturdukları yapılardan çok çekmiş, kendi ülkelerinde defalarca göçmen olmuş, şiddete, tecavüze, insan hak ve onuruna yakışmayan türlü çilelerden geçmiştir.
Kıbrıs’ta “iki ayrı devlet” fikrine karşı çıkmak tüm bu nedenlerden ötürü oldukça nettir ve utanç dolu geçmişimizin bize gösterdiğidir. Kıbrıs’ta “iki ayrı devletin” ada üzerindeki milliyetçi hegemonyayı betonlaştıracağı aşikârdır. Bunun en önemli sebeplerinden biri Yunan-Türk milliyetçilikleri olduğu gibi, böylesi bir çözüm şekliyle Kıbrıslıtürklerin toplumsal varlıklarını sürdürmelerinin mümkün olmayacağı ve Yeşil Hat’ın Kıbrıslırumlara bırakılan Kıbrıs Cumhuriyeti ile kuzeyi işgali altında bulunduran Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırı haline dönüşeceğidir. “İki ayrı devlet” söylemi gün gele gerek uluslararası hukuk, gerekse BM kararları izin verse dahi hiçbir zaman hayat bulmayacaktır. Çünkü Kıbrıs’ın kuzeyinde bugün olmadığı gibi yarın da Kıbrıslıtürklerin kendi kararlarını verebilecekleri bir yapı olmayacaktır.
Tüm bu nedenlerden dolayı Kıbrıs’ta federal çözümü savunmak ne dünya öyle istiyor diyedir, ne BM kararları öyle olması gerektiğini söylediğindendir, ne de federasyonun bir “Türk tezi” olduğundandır.
Türkiye eski Başbakanı İsmet İnönü’nün 8 Eylül 1964’de TBMM’de yaptığı konuşmada “Muahede hükmü dâhilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık” demişti. 1977-79 doruk antlaşmaları dışında Rauf Denktaş ve Türkiye yıllarca ya konfederasyon ve iki ayrı devlet fikrini masaya götürdü, ya da federasyon istermiş gibi yapıp, olmayacak taleplerle adanın taksimine hizmet etti. 2004 Annan Planı dönemine de bugün baktığımızda Türkiye’nin esas amacının ne olduğunu daha iyi görebiliriz. Dolayısıyla federasyon bir “Türk tezi”dir demek 1968’de başlayan ve 53 yıldır devam eden müzakerelerde Türkiye’nin federasyon için masada olduğu anlamına gelmektedir ki bunun doğru olmadığını tarih bize söylemektedir.
Kıbrıs’ta federal çözümü savunmak adanın her iki tarafını esir alan milliyetçi hegemonyaya son vermek, adanın ve toplumlarının yeniden birleşmesini istemek, Kıbrıs’ın geleceğini etnisite üstü bir ortaklıkta görmek istediğimizdendir.
Federal çözümü savunmak adanın askersizleştirilip silahsızlandırılarak insanlarının bir arada yaşamasını, dili, dini, kökeni ne isterse olsun eşit bireyler olarak bir arada var olmasını savunmaktır.
Federal çözümü savunmak için ne BM kararları gerekir, ne kktcnin kuruluş bildirgesindeki atıf, ne de Türkiye’nin resmi tezi olup olmadığı, federal çözümü savunmak tüm bu idealler temelinde federalist olmayı gerektirir.
Erdoğan’ın “federasyon mederasyon yok, iki devletli çözüm var” yönündeki açıklamaları sonrasında Kıbrıs’ta federal çözümü halen desteklediklerini söyleyen CTP ve TDP tarafından yapılan açıklamalar federalist bakış açısından maalesef ki çok uzaktır.
TDP’den yapılan açıklamada BM parametrelerinin terk edilmemesine işaret edilerek, “Kıbrıs Türk halkının ihtiyacı olan yeni maceraların peşinden gitmek değil, mümkün olabilecek gerçeklerin peşinden gitmektir” denildi.
CTP’den yapılan açıklamada ise “Kıbrıs’ta çözüm ya federasyon zemininde olacaktır ya da olmayacaktır” denilerek BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde bir çözüme, 24 Nisan 2004 iradesine atıfta bulunulup federasyonun “çok haklı bir Türk tezi” olduğu savunuldu.
Meclis’te temsil edilen her iki parti de “Kıbrıs’ta iki ayrı devlet” fikrine açıkça karşı çıkmamaktadır. Her iki parti de böylesi bir durumda Kıbrıs’ı neler beklediğinden dahi bahsetmemektedir. Her iki parti de federal çözüm istencini uluslararası hukuka ve BM kararlarına bağlamaktadır. Her iki parti de federal çözüm talebini hukuk çerçevesine bağlayıp teknik bir talep olarak dillendirirken, federal çözümü ideolojik temelde talep ettiklerini, her şart ve koşulda “iki ayrı devlete” karşı olduklarını ifade etmekten kaçınmaktadır.
Kıbrıs sorunu bugüne kadar çözülemediyse samimiyet ve irade meselesinden çözülememiştir. Kıbrıs sorununun nasıl çözülebileceği açıktır. Bir taraftan siyasi eşitlik talep ederken, diğer taraftan güvenlik ve garantilerin ortadan kaldırılmasını talep ederek bir çözüme ulaşılabilir. Nikos Anastasiadis’ten Kıbrıslıtürklerin “kırmızı çizgisi” olarak siyasal eşitlik talep ederken, Kıbrıslırumların “kırmızı çizgisi” olan güvenlik ve garantilerin ortadan kaldırılmasını açık ve net bir şekilde ifade ederek ancak çözüme ulaşılabilir.
Siyaset yapmadan, siyasal talepler ortaya koymadan siyasi parti olunmaz. Federasyon isteniyorsa, onun olması için ne yapılması gerektiğini de söyleyebilmek gerekmektedir.
Ve her şeyden önemlisi eğer federalistseniz, eğer bu ada üzerinde hâkimiyet kuran milliyetçi hegomanya ile sorununuz varsa, siyasal cesaretiniz Ankara’yı aşabilecek kapasitedeyse, federasyonu birileri istiyor diye değil, ideolojik olarak talep ediyorsanız eğer, bütün dünya ve uluslararası kurumlar “iki devletli çözümle” hemfikir olsa dahi çıkıp buna karşı olduğunuzu açık ve net ifade edebildiğiniz oranda federal çözümü istiyorsunuz ve siyaset yapıyorsunuz demektir.
Siyasal partiler siyasi duruş ortaya koymak, siyasi taleplerde bulunmak için vardır. “Şu şunu istiyor, ötekisi bunu istiyor, berikisi şöyle diyor, dolayısıyla gerçekçi olan budur” demek gazetecilerin işidir, politikacıların değil.
Uzun lafın kısası “Kıbrıs’ta iki ayrı devlete her koşulda karşıyız” demeden/diyemeden ne federalist olunur, ne de Kıbrıs sorununun federal çözümü için mücadele edilebilir.