Murat Kanatlı’nın Sol ve Kıbrıs Sorunu konferansında yaptığı sunum:
İklim değişikliği nedeniyle karbon salımı konusunda hep beraber kafa yormaktayız ama gene ayni zamanda da hep beraber Doğu Akdeniz’de çıkacak olan gaz ve onun getireceği zenginlik üzerine de hayaller kurmaktayız.
Bir yandan sıfır karbon deyip, iklim değişikliğine karşı mücadele eden aktivistlerin eylemlerine tüm gönlümüzle destek olurken, bir yandan da yeni doğal gaz kuyularının açılmasını fırsatlar olarak görmekteyiz…
Eğer iklim değişikliğine karşı mücadele eden aktivistler, çoklarımızın desteklediği Greta amaçlarında başarılı olurlarsa, Kıbrıs’ta uğruna savaş çıkarmayı göze aldığımız doğal gaz kuyularının kapatılacağının farkında mıyız? Peki iki karşı görüşü ayni anda nasıl destekleyebiliyoruz?
Çünkü öğretilmiş bir kalkınma modeli var, ‘eğer büyüme olursa refah olacak, refah ise herkes için iş ve iyi hayat demektir’ diye düşünmeye devam ediyoruz. Ancak neoliberalizm yaklaşımların domine olduğu bu çağda böylesi bir model çalışmıyor. Büyüme rakamları artar gibi gözükse bile bu direk olarak işsizliği azaltmamakta, hele de refah seviyesine yansımamaktadır. Bunu BM’nin yoksulluk raporlarında rahatlıkla görebilmekteyiz…
Farklı modelde üretim ilişkilerine girmezsek, enerji alanında alternatifler üzerinde ve yenilenebilir enerji modelleri alanında yeteri kadar çalışmazsak, tüketimi teşvik eden kapitalist modelde ilk akla gelen elbette (ve maalesef) Nükleer Enerji oluyor, bu nedenle nükleer santrallere karşı mücadele bir anda bir ülkenin ekonomik olarak kalkınmasını isteyip istememe ile eş anlamlı olabiliyor…
Benzer şekilde maden arama, katı atık yönetimi, tarım modelleri tümü kalkınmaya dayanacak bir refah toplumuyla birlikte düşünüldüğünde, ucunda iş ve daha bir hayat olacağı iddiasından dolayı, ekoloji bir süreliğine yok sayılabiliyor, ya da sayılabiliyordu!
Ekolojik anlamda yıkıcı bir boyutta olunmadığı koşullarda bu model işe de yarar gibi oldu, doğa bir süre kendine verilen zararı onarabilecek durumdaydı ama özellikle 20. yüzyıl sanayi toplumu ilişkileri içinde birçok alanda geri dönüşü imkânsız tahribatlar yapıldı, birçok kritik eşik geçildi. Binlerce tür yok oldu, binlerce tür ise yok olma ile karşı karşıya… Artık kesin olarak bir ekolojik krizden bahsedilebilir noktaya gelindi, özellikle son 10 yıldır bunu birçok kesim kabül etmekte ama “kalkınma” ve “refah” kelimelerini yan yana kodlanmaya devam edildiği için, başka coğrafyalardaki yıkıma duyarlı gibi davranılırken, kendi coğrafyası için hala da tepki eşikleri çok düşük, “çünkü kalkınmamız gerek!” Bir kez daha altını çizmek isterim, bugün sunulan “kalkınma” getireceği iddiasındaki birçok uygulama, ne işsizliği azaltabilmekte, ne de refah üretmektedir. Bu, çağımızın büyük yalanıdır… Ama maalesef bu yalana inanan, inanmak isteyen büyük kitleler var!
Böylesi karışık duygularımız içinde çözüm sorasına baktığımızda yani Federal Kıbrıs’ta ekoloji mücadelesine, doğanın korunmasına yönelik eylemler hem tehdit hem de fırsat olarak önümüzde durmaktadır…
Örneğin madenciliği, taş ocaklarını hangi çerçevede konuşacağız… Eğer yeni tür inşaat faaliyetlerini geliştirmeyeceksek ve çözüm sonrası için de yer değiştirenler için yeni konutlara ihtiyaç duyacaksak, bu sorunu nasıl ele alacağız?
Çözüm sonrasında önümüze çıkacak olan durum; bir yandan daha çok konut ile kalkınıp refah artırma iddiasında olan federe devletçiğin idari yapısı, diğer taraftan ise ekolojik yıkıma karşı taş ocaklarına karşı mücadele… Hele de bu mücadele daha yüksek bir tonda diğer federe devletçiğin altında yaşayan yurttaşlardan geliyorsa, alın size federal düzeyde tartışma konusu… Bir yandan “siz bizim kalkınmamızı istemezsiniz” şikayetleri, diğer yanda “dağlarımızı delik deşik ettirmek istemiyiz” eylemleri!
Örneğin Kıbrıs Cumhuriyeti şu anda altın arama konusunda maden izinler verilmesi için süreci devam ettirmektedir. Kıbrıslı Türklerin buna karşı çıkmasına Kıbrıslı Rumlar nasıl yaklaşır? Bu konuda şimdi, şu an Akıncı’nın yapacağı girişimler Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kalkınmasına yönelik bir tehdit olarak algılanmayacak mı? Ancak benzer bir maden izinlenmesine Türkiye’de Kaz Dağlarında onay verildiği için eylem yapanlara destek veren Kıbrıslı Rumların olduğunu biliyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti de bu uluslararası dayanışma eylemlerini ve girişimlerini kendi kalkınmacı modeline tehdit olarak görmektedir. Kaz Dağları’nda bir Kanadalı girişim yapınca duyarlılık konusu olabiliyor ama Trodos’ta Chesterfield firmasının altın arama için girişimleri Kıbrıs’ta yeteri kadar tepki toplamıyor… Bu çelişkilerin çözüm sonrası yaşandığını düşünün! Nasıl üstesinden gelinecek? Federal Kıbrıs’ın doğa ile uyumlu gelişmesi için ülkeyi sahiplenenler eğer ortak güçlü bir ses çıkarabilirse ekoloji mücadelesi bizlere fırsatlar sunacaktır ama eğer bu olmazsa, bir toplumun diğer toplumun kalkınmasını istemediği suçlamasının yapıldığı yeni bir iç çekişme başlamış olacak…
Tarım da benzer sorunları içinde barındırmaktadır. GDO’lu veya hibrit tohumlar, kimyasal gübreler, ilaçlama modelleri bir ekolojik sorun ya da konumuna göre kriz olarak önümüze çıkmaktadır ancak ayni zamanda bu tarım uygulamaları daha çok ürün yetiştirip kalkınma ve toplumu doyurma iddiası ile diğer yanımızda durmaktadır. Yukardaki duruma benzer sorunlar gelip bizleri bulacaktır. Ve maalesef sorunlar her zaman açık net de olmayabilir. Örneğin biyoyakıt konusu tartışmalı alandır. GDO’lu mısırın bu alanda kullanıldığı açıktır. Ancak gene iddia bunun insanların kullanımı için olmadığı, biyoyakıt için olacağı iddiası da vardır. Bu durumda toprağa karışan GDO’lu mısır tohumları noktasında ortak nasıl bir mücadele geliştirmemiz gerekecek? Tek toplumdan yükselecek itiraz, yeniden bir toplumun diğer toplumun kalkınmasını istememek suçlamasına rahatlıkla maruz kalabilir…
Ekoloji sorunlar çeşitlidir ve her zaman geniş kesimlerce kabül görmesi de mümkün değildir, örneğin yeni yolların yapılması tartışmalı başlıklardan biridir… Karpaz ve Akama içine yapılmaya çalışılan çeşitli yapılaşmalara karşı ortak mücadele etkili olmuştu ama bunu çözümden sonra sürdürebilecek miyiz? Örneğin Kormacit Natura2000 alanı içindedir. O bölgenin Maronitler tarafından geliştirilmeye çalışılmasına ne diyeceğiz, çizgiyi nerden çekeceğiz? O bölgeye yeni yolların yapılmasına karşı mı çıkacağız?
Turizmin hızla geliştiği bir ülkede yaşıyoruz ve herkes de daha da gelişmesini istiyor, çünkü bunun kalkınma dolayısı ile refah ile bağlantılı olduğunu düşünüyor. Barcelona’da yaşayanlar turist gelişlerinin kısıtlanmasını istiyor, nedenini düşündük mü? Kıbrıs’ın her iki yanındaki turizmin gelişmesi için sürekli teşvikler verilmekte ama ayni zamanda da caretta carettaların yeni yumurtlayacak sahili kalmadığını söylüyoruz, fokların tüm üreme alanlarını yok ettik, bunun için mücadele ediyoruz ama bu ikisinin ayni anda gitmeyeceğinin farkında mıyız? Gelecekte nasıl olacak? Daha çok turizm ve dolayısı ile kalkınma yani refah iddiası ile Kıbrıslı Türk parça devleti Karpaz’ı kitle turizmine açtığında doğanın korunması mücadelesi hem fırsat hem de tehdit olarak karşımıza çıkacak. Tersi de doğrudur. Akama için benzer kararları ortaklaştıramazsak, bölgenin yapılaşmaya açılmasına karşı çıkan domine olarak Kıbrıslı Türkler olursa Kıbrıslı Rum liderliği bunu kalkınma modellerine tehdit olarak sunmayacak mı?
Örnekleri çoğaltmak mümkün. İşsizliğin yoksulluğun arttığı bir dünyada her türlü refah artırıcı “girişim” değerli sayılmakta ancak sorun uygulanan modellerle işsizliği çözmek mümkün değil, birçok istatistik veri ile bu defalarca ispatlandı. Kıbrıs Cumhuriyeti turizm rakamları “çok” iyi gözükürken çok iyi olma hali ayni şekilde Kıbrıslı Rumların işsizliklerinin azalmasında görülmemektedir, kapitalistler kölelik koşullarında yabancı iş gücünü tercih etmektedirler, ayni zamanda turist sayısı ile mali getirisi de ayni oranda büyümemektedir… Ancak artan turist sayısı ülkedeki ekolojik sorunları artırmaya devam etmektedir. Atık yönetimi bir sorun olarak önümüze çıkmaktadır. Örneğin bu atık yönetimlerinden biri de yakmadır. Bu bir ekolojik sorun yaratır mı? Ekoloji mücadelesi verenlerin bugünden bu başlıkları konuşması gerek. Çünkü günümüz dünyasındaki sorunlar basitçe çözülebilecek nitelikte değildir. Atık yakma, tek başına ilk başta bir ekolojik sorun olmayabilir ama çok kez bu metot katı atık ithal etmeyle beraber gelmektedir. Bu da Kıbrıs’ın Avrupa’nın çöplüğü olması riskini artırmaması demektir. Bunun bir ekonomik zenginlik getirme ihtimali var mı? Ekolojik sorun yaratma ihtimali var mı? Bu nedenle bugünkü başlığı yani ekolojinin hem fırsat hem de tehdit olmasına dikkat çekmek için seçtim.
Başlık zordur, çözümü de öyle…
Örneğin yıllardır CMC atıkları üzerine konuşmaktayız. Birçoklarımız için duyduğumuzda “olumlu” gelen iki toplumlu temizlik “projesi” de var… Proje, kuzeyde kalan CMC atıklarını güneydeki Skouriotissa maden alanı yanına taşıması ve burda, bu atıkların içindeki bakır madenin yeniden işlenmesinin sağlanması… Xeros yani Gemikonağı ve Lefke’nin etrafının temizlenmesini öngören çok “çevreci” bir proje gibi duyulmakta… Ancak şöyle “küçük”(!) bir detay var ki, aslında özünde çok büyük problem, CMC atıkları içindeki tek kirli ağır maden bakır değil ki! Başka ağır metaller de bu atığın içinde mevcut. Bu durumda Gemikonağı yani Xeros’daki ekolojik sorunu çözmüş olmayan bir projeden bahsediyoruz. Sunulan proje, sorunu üç beş kilometre öteye, yani Skouriotissa çevresine taşıyan bir sözde çözüm modelidir… Çünkü içinde işlenebilen ekonomik değeri olan değerli madenler alındıktan sonra, hala çevreyi kirletmeye devam edecek içinde ağır metal ve çevreye zararlı madenlerin olduğu atık bir yerde depolanacak, nerede? Skouriotissa çevresi bu atıktan etkilenmeyecek mi?
Bu konunun başlıkla bağlantılı kısmı ise, yıllardır CMC atığının temizlenmesi için mücadele eden Kıbrıslı Türk aktivistlerin, Kıbrıslı Rumların şikâyeti olmamasına rağmen, projeye karşı çıkmaları! Karşı çıkmalarındaki temel tez, ekolojik mücadele yalnız kendi bahçemizi temiz tutmak değil, yaşam alanlarımızı korumak diye tanımlıyorlar… Bu nedenle Xeros ve Skouriotissa onlar açısından ortak yaşam alanlarımızın parçası, bu temelde ekolojik bir mücadele veriyorlar, bu anlayışla karşı çıkıyorlar…
Tam da böylesi bir yerden ortak yaşam alanlarımızın korunması için güçlü bir ekolojik mücadele örgütleyebilirsek, çözüm sonrasında ekolojik mücadele bizler için ortak yurdumuzu korumak amacıyla bir fırsat sunabilir eğer bunu yapamazsak, kalkına ile refahı bağlı gören kapitalist gelişme modelleri içinde bizleri, yeni siyasi krizler bekler demektir…
Bu nedenle kapitalistlerin dayattığı doğayı tüketen kalkınmacı modellerine karşı, sosyalistlerin doğanın korunmasını da kapsayan ekososyalist ekonomi modellerini daha fazla vurgulaması gerekir, bunun inşası için bugün mücadeleye başlamak önemlidir…