Yazının tümünü okumaya sıkılanlar için en başta bu yazının özetini vereyim:
Kıbrıs sorunundan dolayı etkin olarak adanın kuzeyinde euro bölgesine dahil olmamız mümkün değil. Ancak, Türk Lirasının yarattığı olumsuz durumda ısrar etmek yerine bilinçli olarak piyasanın eurolaştırılmasını destekleyip, yaşanan yoksullaşma sürecini yavaşlatabiliriz.
Madem ki Türk lirası konusunda zurnanın son deliği bile değiliz, öyleyse neden daha güvenli bir para biriminin zurnasının son deliği olmayalım?
Peki istikrarlı bir para biriminin, mesele euro bölgesinde zurnanın son deliği nasıl olabiliriz ?
Onun cevabını da hemen verelim, “çokomelli” ekonomik yaklaşımdan koparak.
Bunu anlamak için kaseti biraz geriye saralım…
Çocukluğumda kuponla tabak çanak alınan Türkiye Gazetelerinde en dikkatimi çeken şeylerden biri günlük karikatürlerdi. O zamanlar en acayip gelen ise canavar figürü ile resmedilen Enflasyondu…
Enflasyon canavarı ile mücadele eden dönemin hükümetleri hep başarısız olmuş, yüksek enflasyon ile mücadelede başarısızlık baki olmuştu. En sonunda da 2001 krizi yaşanmış, ekonomik kriz ile siyasi kriz birleşmişti.
Piyasalara güven vermek için Kemal Derviş, o dönem için kapsamlı bir reform programını yürütmekten sorumlu bakan olarak atanmıştı. Kemal Derviş’li kabine sansasyon yaratan onlarca olayın ardından seçim kararı almıştı. AKP gelmiş, mevcut reform programını kararlılıkla uygulamış, Avrupa birliği üyelik sürecinde kararlı adımlar atmış, TL’den de 6 sıfır atılınca, siyasi istikrara dair bir yaklaşım da verilince 1 dolar, 1 nokta 60 seviyelerine gelmişti…
Bugün, benzeri bir dönemi tekrar yaşıyoruz. Ekonomide yaşadığımız temel sorun: enflasyon. Bir dolar neredeyse 10 TL. Eski parayla 10 milyon TL.
Sadece 4 yıl önce 1 dolar 3,5 TL civarındayken, 4 yıl içinde ardı ardına gelen siyasi, sosyal ve ekonomik kararlar Türk lirasını değersizleştirdi.
Türkiye Cumhuriyeti için Türk lirasının değerinin düşük olması, kendi ekonomik program çerçevesi içinde anlamlı olabilir. İhracat ve üretim alanlarında rekabet edebilir üstünlük yaratabilir, ancak türk lirasının resmi para birimi olduğu adanın kuzey yarısında bu durum bir avantaj sağlamıyor.
Döviz cep yakıyor. İthalata bağımlı Kıbrıs türk ekonomisinde artık ücretler, Avrupa’daki çerez parasına dönüşüyor.
kktc yönetimi eli kolu bağlı olanı biteni izlerken, piyasa kendi çözümlerini yaratmaya başlıyor.
Dün bir marangoz ustası malzeme hariç, emek için fiyat teklifini döviz olarak verdi.
Bir başka elektrik mühendisi arkadaşım, inşaat projelerinde emek dahil fiyatlarını pound olarak hesapladığını ifade etti.
İnşaat sektöründe sadece malzeme değil artık hizmetler de dolarla.
Yüksek öğretim sektöründe üniversitelere giren öğrenciler dövizle çalışıyor.
Turizm tesisleri rezervasyonları döviz kuruyla almaktadır.
Bunlar Kıbrıs türk ekonomisindeki öncü sektörler…
Dahası, birçok ithal ürün satan işletmeler toplu fiyat alımında dahi verdikleri fiyatı 24 saat için geçerli olduğunu söylüyor.
Küçük işletmeler ise ürünleri ve hizmetleri günlük spot kur üzerine belirliyor. Biraz yükseldi mi, fiyatlar da anında dengeleniyor.
Dahası, artık kimse parasını Türk lirası olarak tutmak istemiyor. İşletmeler de, bireyler de günlük ihtiyaç dışı parasını döviz olarak tutmakta kararlı.
Büyük işletmelerin bir kısmının günlük kazancının tamamını Türk Lirası olmayan daha güvenli varlıklar olarak saklıyor (crypto dahil).
Kuzey Kıbrıs ekonomisinde piyasa kendi önlemini alıyor. Ancak ücretler ağırlıkla yerinde sayıyor. Yerinde saymasının yanında enflasyona karşı eriyor.
Kariyerinin başında Avrupa ülkelerinde tatil yapabilen insanlar, şimdi, güneyde günü birlik gezintiye çıkarken tekrar tekrar düşünüyor.
Bu noktada, eğer sermaye önlemini dövizden yana kullanıyorsa, devlet de bunun gerisinde kalıyorsa; tabi ki çıkış yolu için esas olan yaklaşımın ücretlerin başka bir para birimine geçmesi ile sağlanacağı…
Kolay mı ?
Hiç değil. Belli başlı şoklar yaratacağı da kesin.
Ancak, piyasanın kendi kendine güvenli bir para birimi ile hareket etmesini sağlamak için maaş ücret ve doğal olarak vergilerin artık TL dışı birimlere çevirmek ve piyasadaki döviz döngüsüne dahil olmak kaçınılmaz gibi…
Bunun için, öncü sektörlerde kazanç hangi para biriminde sağlanıyorsa, o para biriminden ücret ve maaş politikasının belirlenmesinin sağlanacağı bir sisteme ihtiyacımız var.
Başlangıcı, kamu maaş ve ücretlerinin euro olarak sabitlenmesi ile başlayıp, TC ile tıpkı borçların döviz olarak kaydı gerçekleştiği gibi, katkıların döviz yapılmasının ekonomik protokole dahil olmasını sağlayarak başka bir para birimi (euro) ile yapılmasından taraf olacak bir anlayış dönüştürücü etkilere sahip olabilir.
Piyasadaki yoğun nüfusun (turist, Kıbrıslı Rum, öğrenci) yanına memur kesimin de artık ödemelerini doğrudan euro / dolar olarak yapacağı, fiyatlandırmaların ikili para birimi olarak gerçekleştirileceği bir çerçeve, doğal olarak bir kesimin alım gücünü koruyacak bu kısmi de olsa küçük işletmelere de yardımcı olacaktır.
Döviz kazancın sosyal sigorta ve gelir vergisi de döviz kaydedileceği ve ödenen para birimiyle tahsil edilmesi durumunda fonların da etki gücü kontrol edilecek.
Özel sektörde çalışanların döviz maaş alması durumunda sabit ücret uygulaması, TL’de ısrar edilmesi durumunda ise asgari ücret / hayat pahalılığı güncellemesinin sıklaştırılarak yapılması gibi teşvik edici politikalar üzerinden doğal bir dolarizasyon (veya bizim koşullarımızda eurolaştırma) süreci denenebilir.
Bir biçimde gerçekte var olan ikili para birimin uygulanmasının yasal olarak da düzenlenmesi için tartışmayı kamuoyunda gerçekleştirilerek, ihtiyaca dönük bir para ve buna paralel bir dış politika (AB üyeliği vee federalizm) yaklaşımı sergilendiği sürece bugünkünden daha ikna edici bir politik süreç yaratılması da mümkün olabilir.
Özetle, yaşanan yoksullaşma sürecinde sorumluluk partisi farketmeksizin siyasette.
Zaten zurnanın son deliğiyiz peki neden kötü çalan bir zurnada ısrarcıyız ?
İşte burası “çokomelli” yani zurnanın zırt dediği nokta…
Ya siyasi partiler politik bedel ödemeyi seçecek, ezber bozacak ve kendi çözümünü yaratacak yada halk siyasetin önüne geçtiği hali hazırda açıkken kendi çözümünü bulacak.
Kendi çözümünü bulan kişiler, doğal olarak siyasetten beklentisi olmayan umutsuz seçmene dönüşecek, seçimlere katılmayan seçmen kitlesi ise yoğunlaşacak.
Halkçı siyaset mefta olurken, çokomelli siyaset kitleleri yoksullaştıracak…
Boykot dediğimiz olay esasen, gerçek kaygılara cevap bulmaya zahmet etmeyen partilere verilen bir mesajdır.
Elbet bu mesajı birileri anlayacak…
Siyasi bedel ödemekten çekinen partilerin yarattığı durum, çokomelli vaadler olacak.
Sıradan insanların siyasetin ürkekliğinin ekonomik maliyeti yüklenmesine ve halkın yoksulluk sarmalında bir hiç olarak kalmasıyla sonuçlanacak.